Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Allah'a emanet

Allah'a emanet

Sırtlarını gökyüzüne dayayacak kadar cesur ve mütevekkil olanların, sonsuz bir huzurla ödüllendirildiklerine inanırım. Öyle kolay değildir çünkü, egonun yol açtığı her türlü cızırtıya ve gürültüye kulağı tıkayıp da gözü kapalı bir halde Hz.İbrahim gibi ateşe atlamak ve bunu yaparken de sırtı yalnızca(?) gökyüzüne dayamak. Sırtı göklere dayamak, diyorum.

Böylesi bir güven -iman- öyle kolay değildir. Egoya, akla ve bilgiye; kısaca, şartlanmışlıklara rağmen yapılan, bu ‘rağmen’ eylenen her bir türlü iş, çok ama çok azına nasip olacak kadar zor ve çetrefillidir de. Tabi, ardından gelen ödüller de öylesi eşsiz olur. Hayret ve hayranlık, birbirlerine karışır da, huzurdan bir buket iliştirilir ellerinize. O sırt, yine aynı gökyüzünce sıvazlanır, ateşler gül bahçelerine dönüşür ve bahsedilen o cızırtılar da, duyulmamış ve anlatılmamış huzurlu terennümlerle yer değiştirirler.

Lakin, güreşte mat edilmiş pehlivanlarınki misali, bizlerin sırtı da yeryüzüne; toprağa dayanmış. Göklerden, olabildiğince uzağa dayanmışız, yani. Tecrübeye -şartlanmışlıklara- olan bağlılık, her nefeste yerimizi sağlamlaştırmakla kalmayıp, dahası, dayanılan o toprağın altına gıdım gıdım, nefes nefes daha da bir gömüyor bizleri. Sırt, gökyüzünden uzaklaştıkça, o ödüllerden yana olan mahrumiyetimiz de öyle çoğalıyor, haliyle. Tevekkül, tecrübenin önüne bir türlü geçemiyor ve o gül bahçelerinin kokusunu da bir türlü duyamıyoruz. Yanmışız.

Şu, ‘Allah’a emanet’ sözünü mesela, dilden gönüle düşürebiliyor muyuz? Tedbirin dozunu, tevekkülü zehirleyecek derecede fazla kaçırmıyor muyuz? Ya da, vehme ve vesveseye kapılıp sürüklenmiyor muyuz, o yüce ‘emanet ediş’in yerine? Peki, sadece dille ikrar ediş de yeterli midir belki? O ikrar, suyun yolunu bulması misali akıp da kendine yer edinir mi acaba, bir kişinin gönlünde? Sorular, sorular… O ‘emanet ediş’, bahsedilen tevekkülün, cesaretin ve güvenin tam karşılığıdır da, işte bundan dolayı bunca yer ayırıyorum o güzel veda sözüne, bu yazıda. İnsanın kendini ya da sevdiklerini gerçek anlamda Allah’a emanet etmesi, sırtını gökyüzüne dayaması değildir de, nedir? Aklıma gelmişken, bir de, şöyle derler halk arasında: “Birini Allah’a emanet ettiğin zaman, onu tekrar görmeden ölmezsin”.

Önlemlerin, vehimlerin, vesveselerin ve dini terminolojide ismi tevekkül olan o güvenin (bu açıklamayı, en başta yapılmış varsayın) birbirlerine geçip karıştığı ve aynı zamanda da birbirlerinden kesin ve net çizgilerle ayrıldığı o güzel dengeyi kurabilmekte herhalde, tüm mesele. Sırtı göklere dayamakta, Hz.İbrahim kıssasından ibret -ders- alabilmekte, ama bunları da maalesef ki maalesef, beşeriyetimize ‘rağmen’ yapabilmekte. Dedim ya, zor ve çetrefilli bir işten bahsediyorum. Tabi, ardından gelecek olan o ödüllerin de, yalnızca birkaç kelimeye sığabilecek kadarından. Bilmiyorum ki… Ben yalnızca “Allah’a emanet” diyorum. Mat edilmiş sırtların, yerden kaldırılıp göklere dayanması gerektiğini, söylüyorum. Sıvazlanmaları için.

O halde, haftaya görüşürüz. Allah’a emanet olun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ayşe Aslı Duruk Arşivi