Yüz yıllık zillet ve yoksunluğumuz
İçinde bulunduğumuz yüzyıl insanlık için pek çok şeyin yeniden tasarlandığı, yeniden imal edildiği ve yeniden tanımlandığı bir yüzyıl olarak kabul edilmiş durumdadır.
Dünya, yeni bir tanımlama ile insanın geçici evi olmaktan çıkarılıp ebedi kalmak üzere tasarlandığı bir yer olmuştur.
Uzay, insanın dünya hâkimiyeti üzerine kurguladığı tüm stratejilerin yerine göre boşa çıktığında kendisine yeni yerleşim mekânı olarak tanımlandığı mekân olmuştur.
Gıda, insanların ulaşmasının önündeki engelleri kaldırma ve açlığı önleme adına çıkılan yolda endüstrileşmesi sonucunda insanları sömürme hatta savaş aracı olmuştur.
İlaç, hastalıkları ortadan kaldırma yerine yeniden tasarlanan endüstrinin çarkları arasında sağlığını kaybeden insanları sağlığına kavuşturmak yerine, sanayinin ayakta durabilmesi için ilaçlarla biraz daha fazla ayakta tutma aracı haline getirilmiştir.
Ve sonunda insan ruhsuz bir ceset halinde evden işe, işten eve gidip gelen, asgari yaşam şartlarına razı bir meta halinde olmayı kabul eder hale gelmiştir.
Yirmi birinci yüzyıl insanı tam da budur denildiğinde hayır, öyle değil diyenler elbette olacaktır.
O zaman etrafımıza bakarak insanın, insan değil de neden bir üretim ve tüketim aracı haline dönüştürülmeyi kabul ettiğini düşünmemiz gerekiyor.
Neden ailenin sahip olduğumuz bir değer hatta kutsal bir yapı olmaktan çıkarılıp evliliği ve aile birliğini bir yük olarak kabul eden nesiller yetiştirildiğini sorgulamamız gerekiyor.
Ailenin çözülmesi ile eş zamanlı olarak toplumun da çözüldüğü ve toplumu oluşturan tüm değerlerin çözündüğü ve dağıldığı bir zaman dilimini yaşarken hiç bir şey olmamış gibi davranılmasının sebeplerini bulmamı gerekiyor.
İnsanın ve toplumun değişmediğini de savunanlar olacaktır elbette.
Tıpkı bütün bu olan bitenin olağan olduğu hatta insan ve toplum adına kötü bir şey olmadığını savunanların olabileceği gibi.
Kim ne derse desin.
Sadece bizim toplumumuzda değil, dünya da olan bitene bakınca insan krizi gittikçe derinleşiyor.
İnsan krizi derinleştikçe de kriz sonucu ortaya çıkan olumsuzluklar kendin en çok aile de ve eğitim de gösteriyor.
Bir zamanlar Türkiye aile yapısı en güçlü ülkeler arasındadır diye övünenler artık ortalıkta görünmüyor.
Aileler en basit olaylarda bile artık hemen çözülüveren bir duruma gelmiş durumda kalanlar ise dayanılmaz maddi ve ahlaki sorunların içinde yüzüyor.
Aile oluşturmayı kendileri için en önde gelen hedef olarak gören gençler ortadan kaybolmuş ve hele bir kırk yaşına doğru gelelim diyerek evlenmeyi erteleyen, sonunda da ertelenen evlilikleri bir türlü geçekleştiremeyen bunalımlı gençler ortalıkta geziyor.
Daha ileri ve daha müreffeh bir toplum oluşturmak için hayat boyu eğitim ve öğrenmeye şartlandırılmış insanların bunca eğitimin sonucunda gününü televizyon ve internet olmadan yaşayamaz bir hale getirmenin mantığını anlamak mümkün değil.
Bunca teknolojik aletlerin oluşturduğu kişisel ve kitlesel iletişim yoksulluk ve yoksunluğunun ortaya çıktığı bir dönemde insanın yalnızlaşması sonucunda ailenin ve toplumun çökmesi kaçınılmaz olmuştur diyenlere hak verecek ölçüde bir hayatı seçmiş olanlar kadar bu hayattan rahatsız olanlarında anlamlandıramayacağı bir süreci yaşıyor insanlık.
Gelecek nesiller kendilerine neden böyle bir miras bırakıldığını da muhtemelen anlayamayacaklardır.
Halbuki dünyanın bugünkü imkânları, daha önceki dönemlerle mukayese
edilemeyecek derecede farklı bir toplum hayatı oluşturmak için kullanılabilirdi.
Sanayi ve teknolojik gelişmeler toplumların yerel kaynaklı çeşitli problemlerini çözmek için farklı alternatifler üretip insanlığın daha müreffeh bir hayat tarzı yaşamasına vesile olabilirdi.
Olmadı, yapmadık veya yapamadık.
Bunun sonucunda ister ev ve aile sohbetleri isterse gün boyu ekranları işgal eden sözde bilgili ancak içinde yaşadığı toplumdan uzak kalmış çok bilenlerin oluşturduğu programların vazgeçilmez konusu içenden çıkamadığımız problemler olmaktadır.
FARKINDA MIYIZ?
İnsanlık devasa problemlerin içinde debelenip duruyor diyoruz ama problemi çözmeye dair fikirlerimiz problemleri artırıyor.
Her seçim öncesi, insanların problemlerini çözmeye aday olanlar seçildiklerinde problemlerin içinde kaybolup gidiyor.
Devletin toplumla, toplumunun devletle barışabilmesinin en kısa yolunun toplumun asli değerlerinin yaşatılmasıyla olacaktır diyenlerin bile toplumun dinşi ve ahlaki değerlerinin erozyona uğratılmasında rol oynuyorlar.
Bunların farkında mıyız?
Farkına olduğumuz gün çözüm yoluna da girmiş olacağız İnşaallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.