Yerini Belirleyebilmek
Müslümanların çok partili siyasi hayata geçişten bu yana en büyük sorunları seküler laik demokratik sistemde siyaseten nerede olduklarını veya nerede duracaklarını belirlemek olmuştur.
1940’ların baskıcı devlet uygulamaları karşısında din ile devlet arasına sıkışmış olan Müslümanlar, çok partili sistemi bir kurtuluş gibi görmenin yanlışlığını o günden beridir üzerlerinden bir türlü atamamışlardır.
Tek parti iktidarının dine karşı olan seküler ve baskıcı uygulamaları nedeniyle inancını yaşamakta ve yaşatmakta zorlanan Müslümanlar çok partili sistemin getirdiği kolaylık ve rahatlıkla eski günlere hatta Osmanlı dönemindeki hallerine döneceklerini zannettiklerinde, yanıldıklarını çok geçmeden fark etmişlerdir.
Çünkü Müslümanların en büyük bu konudaki en büyük engelleri, Cumhuriyetle birlikte gelen siyasi düzen olan kemalizmi tanımamak veya tam anlamı ile tanımlayamamak olmuştur.
Bu arada Müslümanların tanımakta zorlandıkları diğer bir mefhum da, kemalizm ile gelen devletçi kapitalist ekonomik uygulamalar olmuştur.
Kendilerini ve kendi dinlerini tanımlamada hiçbir zorluk çekmeyen Müslümanlar için kemalizmi ve kemalizm ile gelen eğitim ve dini kısıtlamaları tanımlamak çok zor bir durum olmuştur.
Devletin siyasi ve dini baskılarından kurtulmak için bazı Müslümanlar kemalizmi sadece bir parti üyeliği olarak görürken, kimileri onu dine karşı çıkarılmış bir ideoloji olarak görmüştür.
Müslümanların kemalizmi tanımlamalarındaki zorluğun nedeninin, kemalizmin kendisini tanımlama ve tanıtmaktaki zorluktan kaynaklanmakta olduğuna inanıyoruz.
Bir kısım Müslümanlar kemalizmi kültürel ve siyasal bir devrim olarak görürken bir kısmı ise Osmanlı sonrası Türkiye Cumhuriyeti’ne özgü bir yönetim tarzı olarak görmüştür.
Bu arada Müslümanların diğer bir kesimi kemalizmi, Birinci Dünya Savaşı öncesinin Jön Türklüğünün bir devamı olarak görmüşler ancak onlar da kemalizmin ve “Kemalist Türkiye” teriminin sadece iki dünya savaşı arası dönemi tanımlamak için kullanılmasını daha doğru olacağı konusunda bile anlaşamamışlardır.
Esasında kemalizmi Dünya Savaşı öncesinin Jön Türklüğünün bir devamı olduğunu görmek ayrı bir yanlış olmuştur.
Çünkü 1930’ların kemalizmi 1940’lar ve 1950’lerde cumhurbaşkanı olan halefleri İsmet İnönü ve Celal Bayar’ın eseri olan bir garabet uygulamadır ve Cumhuriyetin ilk yıllarının devletçi kemalizminden ayrı bir şeydir.
Tek parti iktidarını bu nedenlerle düşman olarak görenler, çok partili sisteme geçtikten sonra da sadece kendilerinin bulunduğu siyasi yapıyı tek doğru olarak görmüşler ve bu defa kendileri gibi tek parti sistemine karşı çıkan diğer partileri de düşman olarak kabul etmişlerdir.
1980 sonrasının dünya kapitalizmi ile eklemlenen muhafazakâr ve mütedeyyin Müslümanları da tıpkı dedeleri ve babaları gibi siyasi arenada yer alan hangi partilerden hangisinde yer alacaklarını belirlemede kendileri gibi düşünmeyen Müslümanlarla sık sık karşı karşıya gelmişler ve birbirlerini düşman bellemişlerdir.
Bunun en açık örneğini son iki seçimde yaşayan Müslümanların durdukları yerin, kardeşlik olmadığını anlamaları pek mümkün görünmemektedir.
FARKINDA MIYIZ?
Müslümanların siyasetçileri ve tarihçileri kemalizmin kendi içindeki tutarsızlıkları nedeniyle sağ liberal, sol liberal ve seküler laik şeklinde 3 kısma ayrıldığını ifade ederlerken, kendilerinin durdukları yeri belirlemekten ısrarla kaçınmaları dikkat çekici olmaktadır.
Bu anlamda kemalizmin yerel düzeyde başat uygulamalarından biri olan seçim bölgelerindeki ocak bucak uygulamaları ve halkevleri ile millet mektepleri uygulamalarının çağdaşları olan devlet destekli dernek ve vakıfların kurucusu veya temsilcisi olmuşlardır.
Müslümanlar seküler laik kemalizmin uygulamalarını çoğunlukla ret etmelerine rağmen Kemalizmin soyağacının bileşenlerinden bir olduğu söylenen batı karşıtlığı ve anti-emperyalizmi ticari kaygılar nedeniyle tam olarak ret edemediklerinden dolayı da, parti devleti veya diğer deyişle devlet partisi aktörleri arasında yer almaktan çekinm
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.