Yerebatan ve camileri geziyoruz
Yaşamımdan inciler anlatımımı. Bendenize yapılan “Şükran Gecesi” dolayısıyla araya yazı girmiş oldu. Şükran gecesinde mükemmel hafıza ile bendenizi anlatan Aydınlar Ocağı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Mustafa Güçlü ve dostlara, zahmet edip gelen misafir ve basın mensuplarına teşekkürlerimi arz etmek isterim.
Bilhassa birinci şekilde Merhaba Gazetesi’nin ilk ve iç sayfalarında önem vermesi diğer tüm basınımızın sayfalarında detaylanması hususuna teşekkür ederim.
***
Bu gün kaldığımız yer olan İstanbul’daki yengemin bizi gezdirmeye çıkması bu gezinin camiler olmasını anlatmış ve ilk olarak “Yeni Cami’yi” gezdiğimizi sunmuştum.
***
Yeni Cami’den ve Mısır Çarşısı’ndan çıkıp yokuşa vurduğumuz caddede tramvayların “dan dan” sesleri arasında bir yere geldik.
“Gelin çocuklar geçerken Yerebatan Sarnıcı’nı da göstereyim” deyip bir kapıdan içeri girdik.
Birkaç adım sonrası 52 basamak taş merdivenden indik. İleri gidilemiyordu. Oradan haylice direkler arasında dopdolu suyu görüyorduk. Şimdileri içerilere yürüme yerleri yapılmış ilerilere kadar gidiliyor.
İçerisi o yaz sıcaklığında baya serinden öte idi ki üşür gibi olduk.
Seyir esnasında bir direğin altında kadın başı heykeli vardı.
Oradaki ilgiliye sordum bunu taş yerine mi koymuşlar diye.
İlgili gülümseyerek bak etraflıca anlatayım diyerek “Bu sarnıcın 9 metre yüksekliğinde 336 direği var.
Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 542 yıllarında yaptırılmış yapılırken o zamanın inançlarına göre tanrıçalar varmış. Bunlardan birisi “Medusa” imiş ve onun gözlerine bakan taş oluyormuş. Bunun önüne geçmek için diğer tanrıçalar tarafından öldürülmüş ve heykel olarak yapılan başı direklerden birinin altına ters yön olarak konulmuş. Bu direk şimdileri dilek direği olarak bakılıyor.
Balıkların yüzdüğü sarnıçtan çıkarak yokuşlu caddede yürüyüp altı minaresi olan caminin önce çiçekli ön tarafına sonra avlusuna ve caminin içine girdik.
***
İçeri girince bir serinlik duyarken ruhi bir duyguya da kapılıyordu insan. O kocaman mavi renkli ve çiçek motiflerle kaplı direklere ve yine çoğunlukla mavi renk motifli çinilerle kaplı duvar ve kubbelere bakarken de doyum olmuyordu. Bizim Konya’daki Sultan Selim de bundan biraz küçük olsa da haşmetli idi ama çinileri yoktu.
Vakit namazı ve dua sonrası çıkarken yine imam efendiye gidip cami hakkında bilgi almak istedim.
***
İmam efendi gülümseyerek otur şuraya anlatayım meraklı çocuk diyerek başladı anlatmaya.
“Sultan Ahmet Han küçük yaşlarda tahta çıkmış ve bir ibadet hane yaptırmaya karar vermiş.
Mimar Sinan’ın öğrencisi Sedefkâr Mehmet Ağa’ya bu vazifeyi vermiş.
Hicri 1018 (1609 Rumi) yılında temel atma töreni ile başlanmış ve temeline ilk kazmayı Sultan Ahmet Han vurmuştur. Bu kazma halen Topkapı Müzesi’nde saklıdır. Sultan kazdığı topraktan bir miktar fesine doldurarak götürmüş.
Hicri 1028 yılında tamamlanmış dünyada ilk altı minareli cami olarak ibadete açılmış sultan açılışta şükür duası yapmıştır.
Bazı rivayetler vardır altı minareli olduğu ile alakalı.
Denilir ki Sultan Ahmet daha çocuk olması dolayısıyla minarelerin altın kaplama olmasını istemiştir.
Hazinede buna yetecek miktar olmayınca Mimar Mehmet Ağa sözleşmedeki altın kelimesini altı ya çevirerek…
“Sultanım ben altın değil de altı anlamıştım onun için altı tane yaptım demiştir.
Diğer rivayet Medine’deki caminin altı olması üzerine altı tane yapıldığıdır. Ve Medine yine üstte olmak için Medine’deki caminin minare adedini yediye çıkarmıştır.
Caminin özelliği ve aydınlatmada da önderliğinin oluşumudur.
Camiyi pek çok milletlerin kral ve başkanları ziyaret etmiştir.”
Teşekkür ederek ayrılırken dayımız Rahmetli Veysel Üstünbaşaran’ın yaptığı sanat eseri örtüyü iteleyip dışarı çıktık.
***
Şimdi de Süleymaniye’ye gideceğiz diyen rahmetli yengemle hayli yürüyerek Süleymaniye Camii’ne vardık.
Sultan Ahmet Camisi’nden daha büyük bir silueti vardı. İçeri girdiğimizde o zamanlar mikrofon ve yardımcı tesisatlar olmamasına rağmen uzaktaki vaaz hocasının sesini rahat duyarken hayret etmiştim. Bu hususta imam efendinin anlatımını sunacağım.
Bu camiye girişte de insan bir ruhi değişim içinde oluyordu.
Evet, bu muhteşem camii tam anlatabilmek. Mimar Sinan’ın eserini açıklamak imkânsız.
Ve vaaz bitince gelmekte olan imam efendiye nezaketle cami hakkında bilgi almak istedim.
***
Anlatmaya başlayan imam efendi “Padişah Kanunî Sultan Süleyman tarafından 1550 yılında Mimar Sinan’a külliyeti ile beraber yaptırılmış ve 1557 de ibadete açılmıştır.
Mimar Sinan bu yapımda pek çok mimari incelikler yapmış oluyor.” Sözünü keserek “daha girişte vaaz hocasının sessi net geliyordu” soruma “Anlatayım”. Diyerek başladı.
“Bak şu kubbede ağzı boş yerler var işte onlar oraya yerleştirilen küp ağızları aşağıya çevrilmiş işte ses buralara oradan da camiin etrafına dağılıyor netleşiyor. Mimar bunun kontrolünü Su ve Nargile sesi ile yaparak tamamlamış.
O zamanlar elektrik olmadığından mum yakarlardı. Bu mumların isinin cami içine değil şu kapının üstündeki deliğe gitmesini sağlamış.
Buradaki is odalarında toplanan isler mürekkep haline getirilmiş. Bu mürekkeple yazılan yazılar su ile bile çıkmıyor kâğıdı yırtmadıkça.
Daha nice incelikleri var ama gitmem lazım başka gün gel anlatayım” deyince teşekkürle ayrıldık oradan.
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
***
Yere Batan Sarnıcı, Sultanahmet ve Süleymaniye Camileri görüntüsü
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.