Vakfiyesiz vakıflar!
Vakıf haftası dolayısıyla yazdığım önce ki yazım da esas ve bilhassa ecdadımızın İslâm dinine uyarak;
“Dünyada ki insanlara ikrâm ve ihsânda bulunmak, ahrette sevâba kavuşmak istemi içinde yaptıkları Kurbet, yani Allah'a manevî yakınlığa sebep olan amel-i sâlih işlemi Yüce Yaradan’a inancı ve ibadet amacı yanında kıyamete kadar sevap kazanabilme düşüncesi ile yapımları olduğu” düşünüşünü açıklamaya çalıştım.
Bugün de onların bu işlemde ki amaçlarını biraz daha açmaya çalışırken ulvilik kazanan Vakıf ismini yozlaştırarak, amacın tam tersi olan, yani başkalarına değil kendilerine ebedî (!) gelir vakfetme işlemleri icat etme hatta kanunlaştırma yoluna gitmeleri üzerinde durmak isterim.
***
Vakıf, dünyada insanlara ikrâm ve ihsânda bulunarak, ahrette de sevâba kavuşmak niyetiyle yapılır. Onun için; vakıf ibâdet değil, kurbettir. Kurbet, sevap kazanmak için yapılan mübahlara denir.
Vakıf; faydalanılması mubah (Dini yönden sakıncası olmayan) ve mümkün, mülk olan maldan olur. Vakfedilen maldan yalnız veya en sonra bir mescidin veya fakirlerin faydalanmasını bildirmek şarttır. Vakıf kaydı geniş açıklayıcı sözlerle vakıf yapılarak tescil ettirilir.
“Şu arâzim fakirlere sadaka olarak ebedî bir vakıftır.” / “Şu malım Allah için vakıftır.” gibi.
Önemle dikkat edeceğimiz bir nokta var.
Vakıf dan istifade edebilecek işlem için başkalarının yardım iştiraki, veya yardım toplama gibi bir durum asla yok.
Bizzat kendi mallarını, varlıklarını vakıf yaparak o işlemin veya yerin idamesini sağlamış olmakta, dışarıdan ilave yardımlara muhtaç olmadan kendi etiyle kavrulması düsturu sağlanmakta.
Bu şekil vakıf işlemlerinden sadece fakirler değil, yerine göre zenginler de yararlanabilir.
Vâkıfın, yâni vakfedenin, vakfı idâre için tayin ettiği kimseye “Nâzır” ve “Mütevellî” denir. Vâkıf malı mütevelliye teslim edilir. Nâzır ve Mütevellî ölürse, yerlerini bunların vasiyet ettiği kişi alır. Bunlar yoksa Kadı yâni Hâkim, bir Mütevellî tayin eder. Bu tâyinde, vakıf edenin evlât ve yakınlarından ehil olanlarının tercih hakları vardır. Vakıf sâhibinin tayin ettiği Mütevellî ve nâzırın bilgisi altında vakfı idâre eder. Akit ve alış-veriş yapar. Malını vakfeden kimse, bunu hâkime tescil ettirdikten sonra veya mütevelliye teslim ettikten sonra vazgeçemez. “Mülkümü vakfettim...” diyen kimse, sadece ve sadece tescil ettirmeden önce bundan vazgeçebilir.
***
Buraya kadar “Vakıf” ve amacın ne olduğu nasıl yapıldığı kimlerin istifade ettiğini anlamışızdır sanırım.
Ama birde bu yapılanmalardan sonradan faydalananlar ile vakıf ilave kelimesi koyup vergiden muaf, devletin veya kuruluşların gayrimenkulüne sahip olma, kurum ve kuruluşlarda vatandaşın ihtiyacı evrak bilgi belgesi vb. gibi işlemleri zaptı rapta alıp kendilerinden yardım(!) makbuzları ile kurulan vakıfa mecburi bağış yapılması yolunda olan türedi vakıflar çıkıvermişti ortaya.
Önce mütevellilerin yaptıklarını vurgulayalım sonra onları irdeleriz.
İyi ve faydalı niyetle bırakılmış vakıf mallarını düzenleme de vazifeli mütevelli ve vakfedenin sülale soyu zamanla bu işlemi kendilerine bir gelir haline getirirken üstelik vakfedilen yer için ne bakım ve onarım nede idamesini sağlama yönünü bırakmış olabilmekteler.
Caminin İmam ve müezzinin, Aşevi personelinin maaşına kadar vakıf geliri bırakılırken, bunları bile ödemeyip devletin sonradan kadroya almasıyla iç etmeleri onarım ve bakımları yapılmayınca halkın yardımı ile yapılması zaruretleri meydana gelmiştir.
Bendeniz bildiğim bir camiyi sunayım sizlere.
Konya’da Nakiboğlu isimli eşraf. Geniş gül bahçesi, ağaçlıklı dinlenme yeri ve mermer havuzu bulunan Nakiboğlu Camisi yanında,
Bahçeli İmam ve müezzin evi, Misafirhane, İlkokul ve birkaç fakir ailenin oturacağı evler yapmışlar. Bunların idamesi ve bakımı için Konya’nın merkezinde eski tellal pazarı etrafındaki dükkânlar yanında birçok gelir getiren yerleri vakfedilen en zengin bir vakıftır.
Sonra ne mi oldu? Caminin bahçelerde güllerin solması bir yana ağaçlar kesilerek yakacakta kullanılarak yok edildi. Mermer fıskiyeli havuz harabe, Cami yıkılacak duruma geldi. İmam, müezzin ve fakir evleri yeksan oldu.
Halkın ilgisi ve topladıkları para ile şimdi sadece Cami ve bahçesi havuzu eski günlerine getirilmiş olmakta.
Peki, vakfiyeler ne oldu? Bir şey olmadı. Sadece oranın gelirleri % kaçı vakıf idaresine verilirken kalan kısım sülaleden sağ olanlarca bölüşülmekte. Bunu yıllarca yazdım ama ya ilgi(!)
***
Yeni kurulan, resmî olan veya olmayan kuruluşların “… Vakfı” denilenlerine gelelim.
Kuruluş veya kurumun Genel Müdüründen tutun Daire başkanları ve müdürlere kadar olan kesim, Meslek odalarında ise yönetim kurulunda olanlar o yerin ismi ile “… Vakıf ve yardımlaşma” adı altında sözde “vakıf” kurmuş oldular.
Bunlar Mesut Yılmaz hükümeti başlangıcında başladı. Çok iyi ve bir ezeli gelir olduğu anlaşılınca diğer hükümetler zamanında çığ gibi devam etti.
Mütevelli ismi altında olan arz ettiklerim, buradan maaş ve gelir gelme işlemini eksik etmedikleri gibi ölünceye kadar değiş(tirile)mez oldular.
Resmi kurumun gayrimenkullerinden, istifade edilmiyor(!) gibi raporlarla kurdukları vakfa tapulamaları bir yana, personeli aidat ödemeye, çıkardıkları dergilere abone olma, belge vb. yi satın alma, vatandaşın ihtiyacı proje tasdiki, ehliyet ve çeşitli ruhsat işlemleri için mutlaka ödeme yapılması prensip haline getirildi.
Önceki yazımda konu ettiğim gibi halkın şikayetine sebebiyet verilmesi ile bir kanunla sadece aidat ve bahşiş alma durduruldu ama..
Ya o verilen gayrimenkuller ne oldu?
Alanların yanına kâr kaldı.
İşte “Vakfiyesiz vakıflar…”!.
***
Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.