Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Unutursan küserim

Unutursan küserim

Varlığını onaylatmak ister insan; bilinmek. Bir iz bırakmak, o an yaşadığına ya da önceden yaşamış olduğuna dair bir delil bırakmak ister. Hani o şarkılara ve şiirlere içli içli nakşolunan unutulmak; hafızalardan silinmek konusu, bu yüzden popülerliğini hiç kaybetmez.

Görünmez ve varlığından bihaber olunmak, çok rahatsız eder; acıtırdı. Rahatsızlık ne kelime, alır cehennemin orta yerine atardı adamı. Şahit olunmak ister insan. Bilgi bakımından edilgen olmak; bilinmek ister. Kendine şahit, yine yalnızca kendisi olsaydı, delirirdi her halde. Distopya ülkesinin cehennemden çıkan çılgın ve yalnız sakinine dönüşürdü!

O “ıssız bir adada yaşamak” özlemi ve hayali de, dikkat ediniz ki, öyle ya da böyle, ama iyi ama kötü yönde, yeterince ‘bilinmiş’ kişilere mahsustur zaten. Hatta bundan artık sıkılmış kişilere… Aksi halde, hiç kimse, normal şartlar altında, ıssız olmayı istemez. Yeterince bilinip, bilinme bakımından bir doyuma ulaşmamışsa, bilinmek ister herkes. Böylece, varlığını dair şahitler biriktirip, bunu onaylatmak ister...

Peki, neler yapar bu uğurda? Özetle, birkaç örnek verirsek…

Okul yaptırır, cami yaptırır… Kendi adını koyar bunlara. Kendi heykelini yaptırır. Torununa kendi ismini verir. Ağaca, tahtaya ismini kazır. Artık elden gelen her ne ise... Bir şekilde kanıt bırakır geriye.

Eh… Görünmez, tanınmaz ve bilinmez olmak istemeyiz!

Mesela insan, ünlü olmak ister. Hemen hemen herkesin içindeki gizli bir arzudur bu. Ama uyanır, ama uyanmaz, bilemem. Ünlü olunca, o, ‘varlığını onaylatma arzusu’, hedefini tam on ikiden vurmuş olacaktır. Düşünsenize, hiç görüp bilmediği insanlar bile, onun varlığından haberdar olacaktır artık böylece. İnsanın arayıp da bulamadığı şey!
Onaylandıkça, daha çok kök saldığını hissedecektir dünyaya. Bilindikçe, tasdik edildikçe, güçlenecektir insanın dünya ile irtibatı. Çünkü ta en içinden bilir ki insan, naiftir aslında. Kırılgandır. Bir gün ölecektir. Bu muhakkaktır. Bunun aksine gitmek, bundan kaçmak ister. Kök salıp güçlenerek, bağlanmak ister dünyaya. Kopmayacak bir bağ kurmak ister toprakla.

Toprağın üzerinden bir bağ ama tabi!

Üzerine bir ‘onaylandı’ mührü basılmaksızın, tedirgin kalır insan yeryüzünde. Onaydan kasıt da, takdir edilmek değildir illaki. Onaydan kasıt, bir şekilde, iyi ya da kötü; bilinmektir, yani. ‘Reklamın iyisi kötüsü olmaz’!
Bu bağlamda, ne kadar çok onaydan geçip; ne kadar çok kişiyi şahit tutabilirse kendi varlığına, o derecede güvende hisseder insan kendini. Şahitlere muhakkak ihtiyaç duyulur!

Ressamın, eserlerini bir sergide göstermeden rahat edemeyeceği gibi tıpkı. (Satış amacını ayrı tutuyorum) Resimler görülüp bilinmeli ve onaylanmalıdır. Yoksa, hiç yapılmamış gibi olurlar. ‘Sanat alkışa tabidir’ gibi bir söz vardır, neredeyse bu durumu anlatan. Alkıştan kasıt övgüdür ya da her hangi bir değerlendirmedir evet ama bu durum da, sanatın gösterilip bildirilmesiyle olacaktır. İş, ilanıyla amacına ulaşacaktır. Yoksa o sanat hiç yapılmamış gibi kalır. Tıpkı insanın, bilinmezse, hiç yaşamamış sayılabileceği gibi.

Biz de, ‘İnsanın varlığı, BİLİNMEYE tabidir.’ dersek, abartmış sayılmayız.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Aslı Duruk Arşivi