Tımarhane
- Sen Abdülhamit’i savundun!
+ Hayır, savunmadım!
- Savundun!
+ Alçak, ……..
1980’li yıllardan bir kesit. Ve maalesef değişen hiçbir şey yok…
Evde bulunduğum bu kısa sürede, eski bir televizyoncu olarak, ekrana bir göz gezdireyim dedim.
Maşallah, hiçbir şey değişmemiş!
Kötü manada söylüyorum bunu…
Ülke ülkelikten çıkmış, tımarhaneye dönmüş.
Sabah 8’de başlıyor kavga, hır, gürültü, patırtı, çatırtı gece yarılarına kadar sürüyor.
Konuklu & konuksuz, kadın programları & genele matuf, animasyon & normal çekim, sunuculu & sunucusuz. Hiç fark etmiyor.
Sabah kahvaltı haberleri ile başlıyor kavga 06.00’da, kadın programları, kadınlara yönelik yarışmalar ile devam ediyor, gün ortası haberleri, ekonomi bültenleri, prime time önü diziler, ana haber bültenleri, yarışmalar, tartışma programları, spor programları, analizler, animasyonlar, köşe yazılarının okunması, telefon bağlantıları hatta ve hatta çizgi filmler.
Türkiye’deki herhangi bir programa katılan bir uzaylı olsa, o dahi tartışacak, kavga edecek kanaatindeyim.
Hani yurtdışında yaşayan ve yazın memlekete gelen gurbetçi vatandaşlarımız var ya. Onların da bu yersiz ve gereksiz sinirleri buraya dayanıyor kanaatindeyim
Enderun mekteplerinde iki şeyi hep şiar edinmişimdir;
İlki üçlü sac ayak prensibi. Yani öğreten, öğrenen ve mekan. Bu değiştirilebilir her duruma göre. Sunan, konuk ve ortam; misafir eden, misafir olan ve mekan vb
İkincisi de yazı tahtası üzerinde yazan şu söz; “Bu sınıfta hiçbir kuşa yüzmeyi, hiçbir balığa uçmayı öğretmiyoruz!”
Yani mekan çok önemli.
Avrupa’da ve dahi Afrika’da dahi bulunduğu ülkenin şartlarına birebir uyan vatandaşlarımız, güzel ülkemize geldiği zaman neden -teşbihte hata olmaz- içinden bir canavar çıkartıyor?
Ülke cinnet geçirme mekanı gibi.
Herşeyiyle dört dörtlük bir ortama, coğrafyaya sahip olsak da bu ülkeyi bu hale getirebilmek de olumsuz manada çok büyük bir başarı.
Aynı cümleyi yıllar önce Konya Büyükşehir Belediye başkanları için kurmuştum ve halen kuruyorum, arkasındayım.
“Konya gibi ucu bucağı görünmeyen bir ovada trafik sorunu oluşturabilmek çok çok büyük bir başarı!”
Güzel şeylerin olmasını istiyorsak sanki ilk bunu düzeltmemiz lazım.
Masum sabilere dahi o küçük yaşlarında sürekli hır, gür, bağırtı, tartışma öğreten zihniyetten bir kurtulmak lazım.
En son ne zaman adam akıllı tartışan, fikir teatisinde bulunan, bilgileri çarpıştıran iki kişinin konuk olduğu bir program gördünüz?
10. ve 11. yüzyılda yaşamış 17 yaşındaki İbni Sina ile 25 yaşındaki Biruni’nin ceylan derileri üzerinden bilimsel tartışmalarını okuyorum da. Gıpta etmemek, “Keşke bir zaman makinesi olsa da o çağa ışınlansam!” dememek. Ne bileyim, çok şey istemiyorum bence.
Hasılı, vakit gelip geçiyor, ömür tükeniyor. Çocuklarımız büyüyor. Zaman su gibi akıp geçiyor. Bencil olmamak, çocuklarımıza, torunlarımıza çok daha iyi bir dünya bırakabilmek için önce kendi ortamımızı sonra da çevremizi, ilçemizi, ilimizi ve ülkemizi bu tımarhane ortamından kurtarmamız elzem!
Vesselam…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.