Soğuk Pencere
Ukrayna ile ilgili gelişmeleri biliyorsunuz. Putin’e dair bazen tuhaf övgüler, karşılaştırmalar yapılsa da; imparatorluk hayallerinin sürdüğünü ve nasıl bir politika takip edildiğini görüyoruz.
Biz bir köşe yazısı çerçevesinde; Osmanlı Devletiyle 12 kez savaş yapan Rusya’nın geride bıraktıklarına, kanlı tarih yapraklarına; gaddarlık, zulümle ilgili küçük dokunuşlara, okumalara yer vereceğiz.
Prof. Dr. Kemal Özcan, Kırım Kırım Kırılan KIRIM:
“Sürgün Yolundaki Ölüm Katarlarında….insanlar açlıktan ne yapacaklarını bilmez bir hale gelmiş, kemikleri serleşmiş, güçleri tükenmeye başlamıştı.. Birçoğu ise, başlarına gelen felaketin acısına dayanamayarak aklını yitirmişti.(…) Yolculuk esnasında kapıların açılmasına izin verilmemesi ve trenlerin sadece belirli yerlerde durması dolayısıyla, cesetlerin gömülmesine dahi izin verilmemişti. (Çizgi Yayınları, sf.88)
…
Doç Dr. Hakan Kırımlı: “Kırım Tatarları için asıl büyük felâket Stalin tarafından 11 Mayıs 1944’de imzalanan ve Kırım Tatarlarının son ferdine kadar Kırım’dan sürülmesini emreden karardan sonra gerçekleşti. Bu kararın icrası NKVD birlikleri tarafından 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece Kırım’ın her yerinde aynı anda yerine getirildi. Gece NKVD askerleri tarafından yataklarından kaldırılan Kırım Tatarları, hazırlanmaları için yalnızca 15-20 dakika zaman ve ancak ellerinde taşıyabilecekleri kadar eşya almalarına izin verilerek hayvan vagonlarına yüklendiler. Pek çoğunda oturmaya yer kalmayacak derecede insanla doldurulan vagonlar dışarıdan mühürlendiler ve en az üç-dört hafta sürecek olan yolculuğa çıkarıldılar. Günlerce yiyecek ve su verilmeyen, cesetlerin dışarı çıkarılmasına müsaade edilmeyen ve hiç bir tıbbî yardımın söz konusu olmadığı bu ölüm yolculuğu sırasında açlık, susuzluk, hastalık, bitkinlik ve havasızlıktan on binlerce insan hayatını kaybetti. Sürgünden hiç bir Kırım Tatarı istisna edilmedi. Dağlardan inen Kırım Tatar Sovyet partizanları ve Kızıl Ordu askerleri ile her rütbedeki Komünist Partisi mensupları dahi sürülenler arasındaydı. Kızıl Ordu saflarında cephede bulunan Kırım Tatar askerleri ise herşeyden habersiz savaşmaya devam edecekler, savaş biter bitmez de (en yüksek Sovyet madalyası olan “Sovyetler Birliği Kahramanı” madalyasını alanlar dahil) sürgün yerlerine gönderileceklerdi…
Toplam insan kaybının 100.000 kişiden az olmadığı ve 18 Mayıs 1944’de sürülenlerin yarısına yakınının hayatını kaybettiği genel olarak kabul edilmektedir.”
…
“Dur!
Durdum. Karşıda hücre bloğunun yan duvarına dayanmış, dikilmiş tabutlar. O anda üşümüş vücudum ürperdi, ne diye bu tabutların yanına getirdi beni nöbetçi? Emir:
-Bunlardan birisini götür hücreye!
Kenardaki bir tabutun yanına gelip tuttum. Epeyce ağır, kalın, ıslak tahtadan yapılmış. Kahrolasını zor bela hücreye sokunca kapı kapatıldı. Yat borusu. Uyumalısın! Hem altta hem üstte hem baş altında kullanmak için tek ceket… Böyle olunca, onu çıkartmadım, giyinik bir şekilde tabut içine girip uzandım. Hiç olmazsa burada diri bir şekilde yatıp dinleniyorum. Uyku yastık dilemez, derler tabi. Gözlerimi yumdum. Tir tir titriyorum. Biraz öncekinden de daha şiddetli bir şekilde donmaya başladım. Alttan soğuk geliyor. Yatınca tahta ısınır demiştim. Hayır, sürekli üflüyor. Şaşkınlıkla kalkıp oturdum. Tabutun dibine dokunmaya başladım, bu ne bu? Aklım gitti. Tabutun dibinde tahta delik deşik. Şaşırıp deliğe parmak sokup bakıyorum, yonga. Yeni anladım soğuğun nereden geldiğini. Hepsi de çok akıllıca yapılmış. Bu yastık iki dipli imiş. Arasına yonga doldurulmuş. O, gün boyunca dışarda durarak soğuk topluyor, işte buraya girince, o soğuğu çıkarıyor… İşte böylesi yastıkta uyu bakalım” (İbrahim Salahov, KOLIMA MAHKÛMLARI, Bir Tatar Aydınının Sürgün Anıları, Kömen Yayınları, Aktaran: Dr. Yusuf Özçoban, sf. 148)
…
“Kazakistan’da KIZIL KITLIK, Stalin’e Mektuplar-Anılar-Röportajlar” kitabında, Türklüğün 20. Yüzyılda yaşadığı büyük felaketlerden yalnızca biri hakkında, Sovyetler Birliği yöneticilerine yazılmış mektuplar yer alır.“1929-1933 yıllarında Kazakistan’da meydana gelen açlık olaylarının canlı şahitlerinin anıları; Stalin prensiplerine dayalı kolhozlaştırma faaliyetlerinin, on yıllar boyunca ki olumlu(!) sonuçları korkunçtur:
“Saliha Dosmuhambetova’nın hatırası:….Ben çok küçüktüm, etrafta olup bitenden pek haberdar değildim. Aç insanlar bize saldırır, yiyeceklerimizi elimizden alırlarmış. Babam çok cüsseli biriydi. Mezara konduktan üç gün sonra -galiba babamı tanıyan veya onun oraya gömüldüğünü görenler tarafından- kabri açılmış, aç insanlar babamın cesedini talan etmişler. Ölen kocasının açlar tarafından yenildiğini öğrenince iyice korkan annem, beni sırtlayarak Janarka şehrinde yetimhaneye götürmüş. Kaldığımız yetimhane çadırdandı. Annem bizi yetimhaneye teslim ettikten sonra müdür Törehan Şaripkızı bizim gibi küçük çocukları biraz büyüklerin himayesine vermiş. Zura isimli abla yatarken beni sımsıkı kucaklayarak yatardı. Meğer aç insanlar geceleri çadırın altından küçük çocukları yemek için çalıyormuş. Bir gece yetimleri Spask şehrine götürdüler. Orada da çocuklar çok kaybolurdu” ( Hazırlayanlar: Damira İbrahim- Vahit Türk, Bilge Kültür Sanat, sf. 117-118)
İnanılmaz gelse de, çeşitli tarihlerdeki yamyamlık vakaları, başka kaynaklarda da geçmekte ve olaylar desteklenmektedir.
…
“Milyonlarca siyasi ve adli tutuklunun bulunduğu, muazzam büyüklükteki bir Sovyet toplama kampı olan Gulag’ da, Sovyet komünizminin en ağır kuralları uygulanıyordu” ve nice facialara sahne oluyordu.
Trenle yapılmış sevkiyatlardan, kış yolculuklarından birine örnek; Anne Applebaum’un devasa eseri GULAG’dan:
Trende, büyük bir grup Litvanyalı erkek, kadın, çocuk, ayrıca bebekler bulunmaktadır.
“Ebeveynlerinin, düzenli olarak yıkayamadıkları bezlerle ilgili çok büyük sorunları vardı. Bazen tren bir yağmur sonrası durduğunda anneler bezleri hendeklerde yıkamak için dışarı atlardı. Bu yağmur hendekleri için kavgalar olurdu, çünkü ötekiler kirli bezleri yıkamak isterken, bazıları tabak çanak yıkamak, bazıları yüzlerini yıkmak isterdi, hepsi aynı anda… Ebeveynler çocuklarını temiz tutmak için her türlü gayreti sarf ediyorlardı. Kullanılmış bezler kurutulup dışarı sallanırdı. Çarşaflar ve gömlekler bez yapılmak üzere yırtılırdı ve bazen erkekler ıslak bezleri bellerine dolayarak daha çabuk kurumalarını sağlamaya çalışırdı” (Gulag, Arkadaş Yayınevi, çeviri: Ufuk Demirbaş, sf. 164-165 )
Bir başka sevkiyat hikâyesi şöyleydi: “On sekiz gün boyunca, atmış beş kadın ve atmış beş bebek, iki tane çok küçük ve çok dumanlı ocak haricinde ısıtması olamayan iki sığır vagonunda yolculuk ettiler. Özel bir istihkak yoktu; çocukları ya da ‘pislikten yeşile dönen’ bezlerini yıkamak için hiç sıcak su da yoktu. Kadınlardan ikisi camla boğazını keserek kendilerini öldürdüler. Bir diğeri aklını kaçırdı. Üç bebek öteki anneler tarafından devralındı.”
…
“Çektiğimiz acılar yüzünden Stalin’i suçlamak asla aklımızdan geçmedi. Kandırıldığını nasıl anlamadığına şaşardık sadece. … Bizzat babam şöyle demişti: ‘Stalin’in haberi yok; bu da demektir ki er ya da geç(sürgünden) bırakılacağız.’ … Bu belki de bir kendini kandırma biçimiydi, ama Stalin’in adaletine inanmak psikolojik bakımdan hayatı çok daha kolay katlanılır kılmaktaydı. İçimizdeki korkuyu silmekteydi.” ( Orlando Fıges, KARANLIKTA FISILDAŞANLAR, Stalin Rusya’sında Özel Yaşam, Çeviri: Nurettin Elhüseyni, YKY, sf. 316)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.