SEKÜLERLEŞEN İSLAMCILAR
Hangi tarihten başlatırsanız başlatın söz konusu olan mefhum İslamcılık oldu mu bütün akla gelen tarifler ya eksik ya da hatalı bir tanım olur. Çünkü bu memlekette İslamcılık mefhumuna yüklenen anlam yanlış olunca diğer bütün tarihlemeler gibi tarihin başlatma veya bitirme de eksik ve hatalı bir sonuca ulaşır.
Tıpkı İslamcılık tarihinde yer aldığı söylenenlerin İslamcı olmadığı gibi bu günlerde İslamcılığı red edenlerin de gerçekte İslamcı olmadıkları gibi.
Bunun belki de en büyük sebebi bizim memleketimizde kavramlara kelimelere yüklenen mana ve mefhumların İnsan eliyle daha doğrusu İslamcılar denilen kişilerin eliyle değiştirilmiş olmasıdır.
Gerçi bu memlekette değişmeyen ne kaldı da denilebilir kısaca.
İman tarafı insanın vicdanına, ibadet tarafı cami duvarları arasına, ihsan tarafı ise fakirler için cebin dibinde kalmış bozukluklara hasredilmiş bir din kaldı elimizde.
Hâlbuki daha dün denilebilecek kadar yakın bir tarih olan 1980 li yıllarda İslamcılar tarihsel bakımdan yılgınlıklarını üzerlerinden atarcasına sahabe dönemi düşüncesi üzerine temelleri oturtulan ve tarihteki benzer bir uygulama ile iki binli yıllarda ekonomik ve politik gücünün zirvesine ulaşacağı hesaplanan bir İslam devleti hayalleri kuruyorlardı.
Gelgelelim doksanlı yıllarla birlikte fikir ve aksiyonda gelişme ve entelektüelleşme beklenirken İslamcıların göbek çevresinde gözle görülür bir belirginleşme ve genişleme görülür oluverdi.
24 Ocak kararları ile yurt dışından getirilerek sadece Demirel’in değil ihtilal hükümetinde de kararların uygulayıcısı olarak görevlendirilen Özal’ın sıkça telaffuz ettiği transformasyon sadece ekonomik hayatta geçerli kılınmadı.
Asıl transformasyon İslamcıların sosyal ve beşeri hayatlarında yaşandı ve artık bir daha da vazgeçilmezleri olan kırmızı çizgileri oluverdi.
19 80 öncesi İslamcıların toplumsal tabanları genelde ya şehirlerin varoşları denilebilecek mahallelerinde yaşayan veya kırsal kesimden kente gelmiş insanlardan oluşuyordu.
Bu demografik yapı tek parti hükûmeti eliyle uygulanan seküler laik Kemalist politikalar eliyle önce ekonomik ve sosyal sonra da dini hayat olarak yok etmek için uğraştığı insanların tabakalaşma suretiyle gösterdikleri direncin kentlileşme isteği karşısında başarısızlığa ulaşmak üzereyken İslam’ın İslamcılar eliyle yeniden bir alternatif olarak ortaya konması ile sonuçlanmıştır.
Tek parti iktidarının ekonomik ve siyasi kazanımlarını bölüşen Ankara merkezli laik seküler yapının karşısına statü ve aidiyet arayışında olan İstanbul ticaret erbabının Anadolu insanı ile tekrar bütünleşivermesinin sebebi her ne kadar İstanbul un kaybettiği politik kimliği tekrar kazanmak gibi görünse de İslamcıların laikler karşısındaki siyasi kavgacı yapıları da hayli cazip görünmekteydi.
1980 öncesinde daha çok dini kimliklerini öne çıkarmaya eğilimli, düzene ve çevreye muhalif İslamcı politik duruşun artık giderek zayıfladığını önemli belirtilerinden birisi de 12 Eylül askeri vesayet düzeninin belirlediği kamusal alanda siyasal eğilimlerin marjinalleşmesinin yerine İslami tasavvurların bir kenara bırakılarak dünya ile entegre olma, neo liberal siyasetin kazançlarından faydalanma ve ulusal ticaret yerine uluslararası ticaretin daha fazla kazanç getirmesi olmuştur.
Şimdilerde bunun adına postmodernizm ve küreselleşme denilse de aslında düzene muhalif, ideolojik eksenli İslamcı politik siyaseti tercih eden, ekonomide devlet ve milletin zenginleşmesi yerine bireysel zenginliğe daha fazla önem veren, toplumun refahı yerine kendi refahını önceleyen postislamcıların karşı mahallenin yaşantısına olan özlemlerinin bastırılamaz bir hale gelmiş olmasının payı olduğuna inanıyoruz.
Devlet hayatında yürürlükte olan vahşi kapitalizm kurallarını kazançlarını artırma yolunda esnetmede ve yorumlamada oldukça büyük başarı gösteren İslamcıların kazançları için müstakbel ayak bağı olarak gördükleri dini hükümleri ve fıkhi kuralları yorumlamada da oldukça başarılı oldukları bu dönemde aynı zamanda bireyselliği, hayatın merkezine kendilerini koymayı ve konformizmi de içselleştirmeye başladıkları görülür.
Dün denebilecek bir zaman dilimi öncesinde dini ve ekonomik hayatta neyi tenkit etmiş ve kötü görmüş hatta neyi haram olarak vasıflandırmışlar ise artık geldikleri noktada onu yapmayı nerdeyse dini bir zorunluluk olarak görmeye başlayan İslamcıların sekülerleşmesi elbette sadece ekonomik hayat ile de sınırlı değildir.
Sekülerleşen İslamcılar bu gün artık İslam’a muhalif politik bir dille kendini ifade eden insanları önüne gelen her ilahiyatçıyı din bilgini olarak görüp peşlerinden gitmeyi kendileri için daha faydalı görmüş olmaları İslam’ı hem hayatımızdan hem de fikir dünyamızdan çıkarmaya devam edecek gibi görünüyor.
Dikkat ederseniz İslam Uleması mefhumu yerine ilahiyatçı kelimesini kullandık.
Çünkü bu ümmetin helâkının da, felahının da ulema eliyle olacağını fark eden yerli ve yabancı müsteşrikler fikir dünyamızda yer aldığı sürece İslamcıların da sekülerliği devam edecektir.
FARKINDA MISINIZ?
İlahiyatçı akademisyen, İmam Hatip öğretmeni, Diyanetin imamları ve belediyelerden merkezi hükümete geçen bürokratların dünya görüşündeki eksen kayması seküler İslamcıların sosyolojik tabanını oluşturmuştur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.