Cumhurbaşkanlığı kabinesinin açıklanması ile çok kimsenin beklediğinden farklı kişilerin bakanlık görevine getirildikleri görülmüştü.

Yani özel bir okulun sahibi bir insan Milli Eğitim Bakanı,

Özel bir turizm şirketi ile otel sahibi bir kişi Turizm Bakanı ve

Özel bir hastahanenin sahibi ise ilk defa Sağlık Bakanı olarak atanıyordu.

Her ne kadar FETÖ’den sonra bu tür kurum sahibi olanlar daha bir dikkatle inceleniyor olsa da şimdilik kimin kimle ilgisi, hangi cemaatle bağlantısı var bunlara bakmıyoruz şimdilik. Belki onlar daha sonra gündeme gelebilir.

Bu aşamada önemli olan eğitim, turizm ve sağlık konusunda direkt işletme sahibi olanların bu işlerle ilgilerini kesmeden bakan olmuş olmalarıdır.

Sağlık ve Eğitim bakanları zaman zaman basın yayın organlarında gündeme gelmiş olsa da galiba en esaslı haber Turizm Bakanının imara aykırı yapılanması olan otelinin imar affından faydalanması oldu geçen zaman içinde.

Eskiden de bakan olanların Milletvekili olmadan önce ticari faaliyetleri olurdu elbette.

Ama milletvekili özellikle de bakan oldukları andan itibaren ya ticari işlerini sona erdirirler ya da devrederlerdi.

Bu defa geçmişten en esaslı fark bu devrin yapılmamış olmasıdır.

Cumhurbaşkanı her ne kadar devleti şirket gibi yöneteceğiz demiş olsa da toplumun bu kadarını beklemediği ortaya çıkan tepkilerden görülmüş oldu.

Bütün bunları neden yazdık giriş olarak?

Şimdi önümüzde bir yerel seçim var ve çoğunlukla Ocak ayının sonunda adaylar belli olacak ve Mart ayının sonunda ise seçim yapılacak.

Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinde olduğu gibi bu seçimlerde de Cumhurbaşkanı çıkar ve Belediyeleri de merkezi hükümette yaptığımız şekilde şirket yönetir gibi yöneteceğiz ve belediye başkanı adaylarımızı da buna göre tespit ettik deyiverirse işler çok farklı olacak gibi.

Çünkü vatandaşın merkezi idareden beklentileri ile yerel idarelerden beklentileri çok farklı.

Ankara’daki devlet dairesinin şirket gibi yönetilmesinden çok da rahatsız olmayan insanlar yaşadıkları şehrin belediyesinin şirket gibi yönetilmesinden elbette rahatsız olacaklar.

Seçmenler kendi seçtikleri kişilerin bakan yapılıp yapılmamasını çok önemsemedikleri halde belediye başkanlarının şirket idarecisi gibi davranmalarını kolay kolay kabullenemeyecekler.

Hele bir de belediye başkanı seçilenler halen direkt veya dolaylı olarak yürüttükleri ticari faaliyetlerinden vazgeçmedikleri gibi artırarak devam ettirirlerse.

Çünkü bizim vatandaşımızın kafasında her ne kadar geçen sürede bir miktar farklı fikir oluşmuş olsa da devlet şirket birlikteliği ile ilgili bir fikir birliği yok.

Eğer Cumhurbaşkanı bir adım daha ileri gider ve geçen aylarda kısmen de olsa dile getirdiği belediye başkanlarının seçimle değil de Ankara’dan atama ile göreve getirilmesi ve İl Özel İdaresinin kaldırılması ile birinci adımı atılan Vilayet sisteminin belediyeler içinde birleştirilerek valinin ve/veya belediye başkanından birisinin görevine son verilmesi şeklindeki yeni yönetim sistemine geçilirse işler daha farklı olacaktır.

Çünkü bizim insanımızın kafasında devlet farklı özel sektör farklıdır.

Devlette hizmet yapılır ve bundan dolayı her zaman vatandaşın gözünde devlet babadır.

Şirketler ise bir özel sektör kuruluşu olarak üretip sattığı maldan en fazla nasıl kar ederim mantığı ile yönetilir.

Bu düşünce hayata geçirilirse seçilecek belediye başkanları ile seçmenlerinin menfaatleri çatışırsa veya güncel bir konu olduğu için soralım mesela su fiyatlarında indirim yapılacaksa orta yol nasıl bulunabilecektir?

Yani Belediye yönetiminde olanlar kendilerinden öncekilerin boşalttıkları belediye kasasını doldurmak için ürettikleri mal ve hizmetlere yüksek fiyatlar mı belirleyecekler, yoksa kamu menfaati ön plana alınarak fiyatlar düşük mü tutulacaktır?

Esasında bazı milletvekillerinin yurt dışında bazı ülkelerde araştırmalar yaparak şehirlerin anayasası olacak denilen bir takım çalışmalar yapması hayra alamet gözükmüyor ama Mart ayında yapılacak seçimlerin geleceğimiz açısından tekrar ele alınması hem ülke hem de hemşeriler açısından faydalı olacaktır.