Ramazan ve köy kültürü
Onbir ayın sultanı Ramazan’ın ilk günü...
Gecesi ve gündüzüyle, iftar öncesi ve sonrasıyla, her dakikası, her saati ile kıymetli onbir ayın sultanı Ramazan’a kavuşmanın huzurunu yaşıyoruz...
Şükürler olsun...
Mübarek bereketiyle geliyor, huzuruyla geliyor, gülen yüzüyle geliyor...
Eski Ramazanlar kadar olmasa da, her Ramazan’ın kendine has bir güzelliği oluyor..
Bizim çocukluğumuzdaki Ramazanlar daha mı farklıydı?
Sanki öyle gibi...
Bugünkü gibi, zengin sofralar olmasa da, daha mı huzur doluydu?
Bence daha huzurluydu...
Ramazan ayının heyecanı, huzuru, sevinci her geçen sene biraz daha azalıyor sanki...
Ne eskisi kadar ev davetleri var, ne de fakir fukarayı gözetme!
İnşallah bu Ramazan’ımız çok daha huzurlu, çok daha şefkatli, çok daha fakir fukarayı gözetlemekle geçer...
Bu arada oruç tutanların sayısı da her yeni Ramazan’da biraz daha eksiliyor...
Buna da anlam vermek mümkün değil...
Rahatsızlıkları olanlar ile oruç tutmaya engelli olanlara bir şey demiyorum, ama taşı sıksa suyunu çıkaracak olan insanlar bile oruç tutmuyor!
Eskiden açık kahvehane ya da lokanta tek tük olurdu ve içerisi görülmesin diye de gazete kağıtları ile kapatılırdı...
Şimdi mi?
Herşey ortada...
Aleni...
Hem de çarşıda pazarda...
Unutmayalım ki, Ramazan’da oruç tutmak kesinlikle bir yük değil, önemli bir fırsattır...
Daha doğrusu Allah’ın bir emridir...
Hoş, Allah bir şekilde oruç tutmanın da kolaylığını bir şekilde veriyor zaten...
Neyse...
Canınızı sıkmayayım bu güzel mübarek Ramazan ayının ilk gününde...
Hayırlı Ramazanlar...
Allah orucunuzu kabul etsin.
xxx
KÖY KÜLTÜRÜ
Sağolsun Osman Koçak kardeşimizin organize ettiği program dahilinde, eski ismi ile Maydus, yeni ismi ile Yenice köyüne gittik...
Abdullah Yaralı ile Fatih Uyanık kardeşlerimizin evine konuk olduk...
Şehirde görmediğimiz, kolay kolay da göremeyeceğimiz bir misafirperlikle oturduğumuz yer minderlerinde alabildiğince yayıldık, olabildiğince rahat ettik...
Zaman küçük olsa da, şehir hayatından uzaklaşmanın keyfini yaşadık, yaşattılar...
Yemek konusuna, daha doğrusu detayına girmeyeceğim...
Sadece mis gibi kokan köy ekmeği, “hem gözümüzü, hem de karnımızı doyurdu” dersem sanırım yeterli olur...
Yüreklerine sağlık davet edenlerin...
Ellerine sağlık yapanların...
Keselerine bereket sofraya koyanların.
xxx
Köylü gerçekten de milletin efendisi...
Hem de beyefendisi...
Hem gönülleri, hem de yürekleri zengin.
xxx
Köy kültürü farklı bir kültür...
Köy hayatı başka bir hayat...
Sessiz sakin hayat, temiz hava, doğal ürünlerle beslenme, stresten uzak yaşam, koyunlar kuzular, inekler, camızlar, tavuklar horozlar...
Hele de köy yemyeşil, içerisinden de bir ırmak ya da çay akıyorsa, orası bir köy değil, yalancı cennettir...
Ömrün uzaması demektir.
xxx
Köylerde de değişim var mı?
“Yok” dersem yalan olur...
Köylerde akrabası olan veya bir şekilde yolu köylere düşenler, köy hayatı ile ilgili değişimlerin farkında olmamaları mümkün değil...
Teknoloji, bırakın köye, mağaraya bile girse mağara hayatını değiştiriyor...
Köylerimizde, köylü kardeşlerimizde bu değişimden kaçamıyorlar ya da bundan kurtulamıyorlar...
Kaçanlar ve kurtulanlar da yok değil...
Bizi misafir eden dostların, yaşam tarzı ve beslenme alışkanlarında bir farklılık göremedik...
En azından gelenek ve göreneklerinin yanında, kültürlerini de koruyorlar.
xxx
Hemen hemen hergün yenilenen teknolojiye rağmen, çobanlar eşliğinde meralara giden koyunlar ve kuzuların melemesi, çoban köpeklerinin havlamalarının birbirine karışması, köyün farklılığını gözler önüne seriyor...
Şunu çok iyi anladık ki, köyde yaşam bambaşka, köydeyken insan kendini çok farklı hissediyor, çünkü, köyde yaşamak ve köylü olmak temiz kalmaktır, saflıktır, konukseverliktir...
Açıkça söylemek gerekirse, köyün bir güzelliğini anlatsan, diğer bir güzelliği “beni niye unuttunuz” diye hesap sorar.
xxx
Son sözüm bu ülkeyi yönetenlere...
Köy hayatının daha cazip hale getirilmesi, canlandırılması, gerçek üretim ve doğal hayatın devamının sağlanması için, köylerimiz ve köylülerimizi sadece seçimden seçime hatırlamamak lazım...
Şehirlerin cazibesine kapılmış, ama umduğunu bulamamış ya da zoraki tutunmaya çalışan, şehre inmenin bedelini ödemekten helak olmuş insanlarımızın köye dönüşlerini teşvik edecek çözümler bulunmalı...
Yönetenler, üreten toplumu, tüketen topluma, yani köylüyü şehre mahkum ettikleri için, bu cennet ülkede “tarım ve hayvancılık” buharlaştıktan ya da “sizlere ömür” olduktan sonra, kanlı- bıçaklı olduğumuz Esad’ın Suriye’sinden patates, dünyanın öbür ucundaki Meksika’dan nohut, Rusya’dan buğday, Ukrayna’dan kabak, Kırgızistan’dan kuru fasulye, Çin’den sarımsak, İran’dan kuru soğan, Brezilya’dan kırmızı et ve daha birçok ülkeden, birçok temel gıda maddelerini veya ürünlerini ithal etmeye devam ediyorsak, köylüyü milletin kölesi olmaktan biran önce kurtarmalı ve özgürleştirmeliyiz...
Köylü buğday ekmiyor!
Ekmez tabi...
Zarar ediyorsa niye eksin?
Kimse kusura bakmasın, ben olsam ben de ekmem.