Postmodern rejimin bekçisi
İnsanlık âlemi son 2 yılda başına sarılan covid pandemisi belası nedeniyle insanların pek çoğumuzun hala farkına varmadığı yeni bir döneme girmiş bulunmaktadır.
Siz buna virüslerin dönemi diyebilirsiniz.
Veya bazılarının dediği gibi post modern dönem diyebilirsiniz.
Ya da küresel emperyalizmin azgınlaştığı dönem de diyebilirsiniz.
Hatta daha eskiler dönüp bakarak ve milenyumdan başlayarak bilgi çağı, iletişim çağı, teknoloji çağı gibi isimleri de kullanabilirsiniz.
Hangi ismi kullanırsanız kullanın değişmeyen tek şey bu isimleri sizin bulmadığınız veya size bu hakkı vermeyenlerin buldukları ile yetineceğiniz gerçeğidir.
Hatta çocuklarınıza A dan Z ye kadar kuşak adı verdiklerinde karşı çıkamadığınız gibi bu gününüze ve bundan sonraki gelecek günlerinize verilecek isimlere de karşı çıkamayacağınız gerçeğiyle yüzleşmedikçe daha çok dönemlerle adlandırılacağınız da bir gerçeğiniz olacaktır.
Biraz gerilere giderek bize yakıştırılan dönemlerimizi hatırlayalım.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yoksulluktan kurtulma savaş yaralarını sarma ve sanayileşerek çağdaş ülkeler seviyesine çıkma amacıyla bir planlama dönemi yaşadı bu ülke.
Sonradan 2 ve 3 diye takip eden kalkınma hamlelerini düzenleyen planların sosyalist sovyet uzmanlarınca hazırlanmış olmasının nasıl bir açmaz olduğunu bir düşünün derim.
Devletin kuruluş dönemi ise daha bir garip.
Bu dönemde Türkiye’yi ziyaret eden en önemli kişilerin işgalciler olan ve bırakıp gittik ama yapılanları da kontrol edeceğiz dercesine İngiltere kralı ve Yunanistan başbakanı olması başka bir garip durum olmuştur.
Ebedi şeflik döneminden sonra devreye alınan Milli Şeflik döneminde 1946 yılında ABD ile imzalana Fulbright antlaşması ile başlayan ve Kore savaşı ile devam edip nato ya üye olmakla sonuçlanan savaş ve kıtlık dönemi yaşadık.
Sonra artık hemen hemen herkesin kalkınma ve gelişmenin başlangıcı olarak gördüğü Menderes dönemi Türkiye’nin batı ile olan bağları 2022 de bile sık sık ifade edildiği şekliyle stratejik ortaklığa yükseltildiği dönem oldu.
Artık Türkiye’deki yeni dönem nato'nun büyük bir ustalık ile kurduğu Derin devletin işbaşı yaptığı ve karanlık eylemler ile faili meçhullerin yaşandığı dönem hayata geçirilmiş oldu.
12 Eylül askeri darbesine kadar hiçbir şekilde sorgulanmadan yaşanan bu dönem Türkiye için değil NATO nun Avrupa’ya yayılacağı söylenen kızıl Rus tehlikesini önlemeye karşı kurulduğu söylenen bir kargaşa dönemi olarak kayda geçti.
12 Eylül sonrası “bir sağdan bir soldan” idam edilenlerle toplumsal barışın sağlanabileceği ve böylelikle kalkınmanın gerçekleşeceği yalanına inananların güdüldüğü hatta devlet eliyle din derslerinin zorunlu tutulması nedeniyle mütedeyyin Müslümanların kolayca avlandığı bir materyalist demokrasi dönemi vizyona sokulmuş oldu.
Asker destekli Özal hükümeti eliyle uygulamaya sokulan bu materyalist demokratik serbest ekonomi dönemi sonraki yıllarda uygulamaya sokulacak olan ılımlı İslam düşüncesinin altyapısı oldu.
1960 yılındaki askeri darbeden sonra siyasi hayatta devreye sokulan ve vahşi kapitalizme milleti razı etmeye dönük olarak “aman ha oylar bölünmesin ve CHP iş başına gelmesin” şeklinde bir propaganda söylemi ile hayat geçirilen batı destekli kapitalizmin Demirel ve Özal eliyle her seçimde başarı ile uygulanmış oldu.
Batıya dönük politikaların arzu edilen gelişme ve kalkınmayı sağlayamayacağı ve sadece milleti emperyalizme köle yapmaktan öte bir fonksiyonunun olmadığının ortaya çıkması ile yükselen İslamcılık dalgasının önüne geçebilmek için yapılan ve 1000 yıl süreceği söylenen 28 Şubat post modern darbesinin de temel amacı batı egemenliğini perçinleştirmekten başka bir şey değildir.
İslamcı olarak görülen insanların üzerinden silindir gibi geçeceği ve uzun yıllar İslamcılık tehlikesinin bir daha yaşanmayacağı ilkesi ile hayata geçirilmeye çalışılan 28 Şubat kararlarının oluşturduğu yılgınlık ve eziklikle kullanılan oylar ile işbaşına gelen iktidarlar küresel kapitalizmin perçinleşmesinden başka bir işe yaramamıştır.
Bir muhasebe yapmak gerekirse Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan hatta Ecevit hükümetlerinin uyguladıkları politikalara bakılınca derin devleti kuran ve besleyen Nato'nun bugün hiç olmadığı kadar bu ülke gündemine hâkim olduğu görülmektedir.
Siyasetçilerce her zamankinden daha önemli olacağı vurgulanan 20230 seçimleri sonrasında kurulacak yeni dönemin kurucusu ve bekçisinin kim olduğuna dikkat etmeden yapılacak bir tercih Amerika ve İsrail'in çıkarı adına dün Irak, Suriye, Yemen ve Mısır’ın yarınlarda ise Türkiye ve İran'ın kaybedeceği bir çıkmaz sokak olacaktır.
FARKINDA MIYIZ?
Her seçim öncesinde Filistin başta olmak üzere İslam Ülkelerinin kazanacağı söylenen ancak sonuçta Amerika ve İsrail'in kazandığı bir politikaya zemin hazırlayan siyasetçi, ekonomist ve hocaların gerçekte Müslümanların dostu olmadığının farkında mıyız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.