Süleyman Küçük

Süleyman Küçük

Okumaların dayanılmaz hafifliği

Okumaların dayanılmaz hafifliği

Pek çok kimse “Dayanılmaz Hafiflik” kelimesini 1982'de Milan Kundera'nın yazdığı “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği“ isimli felsefi roman türündeki edebiyat kitabıyla duymuş oldu.

Kitap kısaca 1968 sonrası Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’yı işgal ettiği yıllarda Bu işgal ile bağlantılı olarak yaşanılan coğrafyada varoluşçuluk, geleneksellik, aile, kadın erkek ilişkileri, siyasi otorite kavramlarını dört farklı karakter etrafında şekillendiren bir kitap.

Edebiyat dünyasında yayınlandığı günlerde çok tutulan bu kitap aynı zamanda “dayanılmaz hafiflik” kavramını da insanlara kazandırmış oldu.

İnsanların hayatında genellikle ifade etmek gerekirse içerisinde bulunan “hafif” kelimesinden dolayı hiç kimsenin büyüsüne kapılmaktan kurtulamadığı ve ayrılığına dayanamayarak olumlu ya da olumsuz her anlamda kullandığı bir söz oluverdi.

Olumlu ya da olumsuz dediğimize bakmayın.

Genelde karşıdaki kişi ya da eylem için yapılan eleştiriyi soyut bir alana çektiği için çoğunlukla kullanıldığında övme mi yerme mi belli olmuyor.

Biz eleştiri anlamı içeren bir sözcük olarak kullanacağız.

Çünkü “dayanılmaz hafiflik” demenin de dayanılmaz bir hafifliği oluşuyor kullanıldığında.

Gelelim “okumalar” ifadesine…

Sosyal bilimlerde “okumalar yapmak” ifadesinin anlamı, ilgi duyduğu veya üzerinde çalıştığı bir konuyla ilgili olarak yeterli bir düzeyde bilgi edinmek amacıyla o konu ile ilgili literatür olarak tanımlanan kitap, makale vs. nin tamamına ya da en azından belirli bir kısmına yönelik olarak elde olan kaynakların okumak anlamını taşır.

Her ne kadar bu tarif te geçen "okuma" kelimesi "okunması gereken kaynaklar" ın tamamı anlamında kullanılsa da maalesef uygulamada böyle olmamaktadır.

Belki hafifliğin asıl sebebi de bu dur.

Çünkü ortaya çıkan “okumalar yaptık ve bu sonuca ulaştık” ifadesi sadece benim istediğim kitapları daha doğrusu benim düşüncemde olan insanların yazdıklarını okudum anlamı taşır.

Veya daha vahimi ana kaynaklardan sadece bir tanesinin tekil olarak ya da tanıdık eş dosttan birkaç arkadaş birlikteliğinde haftada bir gün muhabbet ortamında okumak şeklinde yapılanıdır.

Bununla ilgili olarak sıkça karşılaşılan birkaç örneği şöyle ifade edebiliriz.

Normal bir lise tahsilinden sonra yükseköğretim olarak İktisat eğitimi gören bir emekli bir vatandaş birkaç defa birkaç farklı partiden milletvekili olma girişiminin fos çıkması sonucunda kendisi gibi muhasebe ve iktisat eğitimi alan arkadaşlarıyla hafta bir gün yaptıkları toplantıda kitap okuma fikrinin ortaya atılması sonucunda farklı zamanlarda türk tarihi ile ilgili yayımlanmış birkaç kitabı okumaya başlarlar.

Aradan geçen birkaç ayın sonunda her birisinin kendi arkadaşlarını küçümsemek pahasına tarih üzerine “bana göre diye” başlayan cümlelerle fikirlerini belirtmeye başladıklarını görmekteyiz.

Tarihi konularda bu memlekette böyle şeyler olur, hatta olmalıdır ve herkes tarih ile ilgili olarak bir şeyler söylemelidir ki hiçbir şey saklı kalmasın diyenler çıkacaktır.

Tarihin yalan söylediği daha doğrusu tarihe yalan söylettirilen bir ülkede doğruların böyle ortaya çıkmayacağına inanıyoruz.

Okumalar yapmanın büyüsüne kapınılan bir başka husus Kuranı Kerimin meali veya tefsirinin okunmasıdır.

Bu ülkede geçmişte hiçbir kimseye hiçbir zaman meal veya tefsir okuma denilmedi veya biz böyle bir şey söylenildiğini bilmiyoruz.

Ta ki bu güne kadar yani mealciliğin Kuran üzerinden bir para kazanma usulü ve dini ifsat etme hareketine dönüşünceye kadar.

Şimdilerde Müslümanlara “aman ha meal okumayın” ifadesi kullanılıyorsa bu tüm mealleri kapsayan bir yasak ya da engelleme değil sadece bir kesime yönelik uyarıdır.

Sebebi de İslam Dinini Allah’ın(cc) kitabı Kuranı Kerimden ve Hz. Rasululah’dan(sav) öğrenmek yerine din tahripçisi olan batılı müsteşriklerden öğrenenlerin edepsizliğine engel olmaktır.

Bunlarda serbest bırakılsın denirse ne olur diyenlere İmam Hatip Lisesinde müfredat dışına çıkarak İslam Dininde namaz diye bir ibadet yoktur” diyen öğretmenler türer.

Din ve Ahlak dersleri müfredatını beğeniyor musun diyecekler de çıkabilir elbette.

Beğenmemek başka dinin dışında olmak başka.

Okumak konusunda çokça yapılan bir başka hata da arkadaş ortamında yapılan “Hadis okumaları” dır.

Tarih ve Meal-Tefsir okumalarında olduğu gibi hafta da veya on beş günde bir yapılan oturmalarda Mesela “Riyazüs Salihin” veya “Sahihi Buhari” gibi kitaplardan birinin ele alınıp hadisi şerifin metni ve malinin okunmasından bir rahatsızlık duyan olamaz.

Ancak kötü olan taraf metin veya anlamının okunmasından sonra yine “Bana göre” diye başlayan cümlelerle o hadisten ne anlaşılması gerektiğinin ya da hayata nasıl uygulanması gerektiği konularının sonunda kitaplarda yer alan bazı Hadisi Şerifleri açıklamaya başlamasıdır.

Tamam, ne güzel işte, Allah(cc) Rasulünün(sav) Hadisi Şeriflerinin insanlara aktarılmasında ve anlatılmasında ne var da diyeceklere yaşanan gerçek olarak bir süre sonra bu kişilerin okudukları hadisleri vürudunu kavrayamadıkları veya konu ile ilgili diğer hadisleri de okumadıkları için de akla ve mantığa dolayısıyla da Allah’ın(cc) kitabına uymadığı şeklinde iddialarda bulunulmasıdır.

Herhalde hafifliklerle iliği derdimizi anlatabilmişizdir.

FARKINDA MISINIZ?

Kuranı Kerimi ve Hadisi Şerifleri zerre kadar pişmanlık duymamadan kafalarına göre yorumlayanlar yaptıkları işi, Müslümanların üstünden bir yükün alınmasıdır şeklinde rahatlıkla savunmaktadırlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Süleyman Küçük Arşivi