Mirâcın Ardından
Mirâcın kahramânının Hakka yürüyüşünün gecesinin idrak edildiği günün kutlu bir Cuma gününde, gönüllerimizde O’nun aşkının ateşi geceden tutuşturulmuşken yine O’nunla devam edelim istiyoruz bugünde.
Hayâtın en müstesna ve bulunmaz anlarını Sidretül Müntehâ’yı geçince yaşayan O güzeller güzeli Şâh’ı Rusûl’ün taddığı mânevi lezzetlerin zerresi ve damlası, biz medet bekleyen gönüllere sunulsa, yeryüzünün halifesi ve yaratıkların en mütekâmil’i olan insan gönlüyle, mâneviyâtıyla rûhunu yüce mertebelere eriştirebilir. Bunun için de ‘şerhi sadır’ gerekli. Şerhi sadır göğsün Hak zikriyle beslenmesi ve istidâda göre ilâhi tecellileri alabilecek hâle gelmesidir. Bunun için sadrın, gönlün, kalbin, zihnin maddi ve mânevi her türlü günah kirlerinden arınması lâzımdır. Bugün böyle bir açınımın gerçekleşmesi günahlarla iç içe yaşadığımız şu asırda hakikaten zor…
Ama iş zoru başarmak kolayı herkes yapıyor. Biz zora tâlibiz zirâ cennetin etrâfı nefse zor gelen şeylerle çevrili. Cehennemin ise tam tersi nefse hoş gelen şeyleri yaptığında ucu hüsran oluyor. Günümüzde de önümüz arkamız, sağımız solumuz hep nefse hoş gelen allı pullu, cafcaflı şeylerle dolu. Kanmamak akıl işi. Nefisse farkında olarak veya olmayarak kanmaktan ve aldanmaktan yana. Bu sebeple nefsi eğilmesi ve terbiye edilmesi şart. En zor eğitim ‘nefis eğitimi’dir. ‘İsrâ’ hâdisesinin kahramânı güzide arkadaşları ile berâber bir savaştan dönerken; ‘Şimdi küçük cihaddan büyük cihâda dönüyoruz.’ Buyuruyorlar. Yâni Allah(c.c) yolunda ölmek ve öldürmek, canın ortaya konulması küçük cihad, nefis ile mücâdele büyük cihad olarak yorumlanıyor. O kutlu insanlar bunu önlerinde kâinâtın iftihârı olan Allhü Teâlâ’nın Rasûlu’nun rehberliğinde başardılar.
Bir gün bağında hurma bahçeliklerini seyre dalmışken namazını unutan büyük sahabi Hazreti Talha(r.a) üzüntüsünden derhal Rasullulâh’ın huzuruna gelerek kendisine farz olan ibâdetini unutturan çok sevdiği bağını sadaka olarak bağışlıyor. Onlar hatalarına ve yanlışlıklarına karşı bu dünyâda hemen bedel ödüyorlardı ki ahrete bir şey kalmasın.
Bizler hiçbir şeye bedel ödemediğimizden kıymet bilmeyen kişiler olduk. İki dünya mutluluğunu kazanmak için yegâne şart olan ‘İMAN’ nimeti için bir bedel ödemedik. Peygamberlerin sultânı olan ‘MUHAMMED ÜMMETİ’ olma şerefine nâil olmamız adına bir bedel ödemedik. Her ne kadar hataları ve yanlışlıkları olsa da Müslüman bir ülkede, Konya gibi dindar bir şehirde yaşamış olmamız için bir bedel ödemedik. Çevremizdeki imanlı ve güzel dostlarımız için bir bedel ödemedik. Velhâsıl bedel ödenmeyen şeylerin ne yazık ki kıymeti bilinmiyor.
Aklın belirtisi idraktır. İdrâkın kalbe konması hakiki zikirdir. Mâneviyâtın derûnîleşmesi bambaşka haldir. İncelik, rakiklik, kalp nezâheti insan için bir lütfi ilâhîdir. Yaşadığımız madde âlemini tüm çirkinliklerine rağmen güzelleştirecek olan mâneviyat dinginliğidir. Bunun için ortamların elverişli halde bulunması veya bizim müspet zeminlerde olmamız şarttır.
İlim bir zenginliktir fakat irfan boyutuna yükseltilirse kişi ahlâken de o ilimden istifâde eder. Asıl iş bu gerçeğin kavranmasıdır. İrfandan yoksun ruhsuz bir nesil ancak kemiyeti oluşturur. Keyfiyet üzerinde oturup düşünmek bize çok şey kazandırır. Bugün kulluklar sâdece ‘farz’ boyutunda yapılıyor. Oysa ‘aşk’ boyutunda yapılsa ortaya kim bilir ne güzellikler çıkacaktır. Bugün ‘gerçek aşk’ın ne olduğu keyfiyetinin açınımlı olarak insanımıza hakiki mânâ erleri tarafından sunulması elzemdir. Ruhları besleyen mânevî tecellilerin insanın gönlüne dercedilmesi onun kalbî yaralarının sarılması demektir. Maddi her türlü imkâna sâhip insanımız hâlâ arayış ve sıkıntı içindeyse onun mânevi tarafının ruh boyutunun ihmal edilmesi sebebiyledir.
Bedenlerin beslenmesi ve hayâtiyeti için maddi gıda nasıl şartsa asıl bedeni beden yapan rûhun beslenerek ilâhî tecellileri alabilecek kıvâma gelmesi Hakk’ın emirlerini tüm incelikleriyle yerine getirmekle ve Hakk’ın O en güzel Nebisi ve Mi’râcın kahramânının sünnetlerine titizlikle hayâtımıza tatbik etmekle mümkün olabilecektir.
Hayırlı günler efendim.
Hayâtın en müstesna ve bulunmaz anlarını Sidretül Müntehâ’yı geçince yaşayan O güzeller güzeli Şâh’ı Rusûl’ün taddığı mânevi lezzetlerin zerresi ve damlası, biz medet bekleyen gönüllere sunulsa, yeryüzünün halifesi ve yaratıkların en mütekâmil’i olan insan gönlüyle, mâneviyâtıyla rûhunu yüce mertebelere eriştirebilir. Bunun için de ‘şerhi sadır’ gerekli. Şerhi sadır göğsün Hak zikriyle beslenmesi ve istidâda göre ilâhi tecellileri alabilecek hâle gelmesidir. Bunun için sadrın, gönlün, kalbin, zihnin maddi ve mânevi her türlü günah kirlerinden arınması lâzımdır. Bugün böyle bir açınımın gerçekleşmesi günahlarla iç içe yaşadığımız şu asırda hakikaten zor…
Ama iş zoru başarmak kolayı herkes yapıyor. Biz zora tâlibiz zirâ cennetin etrâfı nefse zor gelen şeylerle çevrili. Cehennemin ise tam tersi nefse hoş gelen şeyleri yaptığında ucu hüsran oluyor. Günümüzde de önümüz arkamız, sağımız solumuz hep nefse hoş gelen allı pullu, cafcaflı şeylerle dolu. Kanmamak akıl işi. Nefisse farkında olarak veya olmayarak kanmaktan ve aldanmaktan yana. Bu sebeple nefsi eğilmesi ve terbiye edilmesi şart. En zor eğitim ‘nefis eğitimi’dir. ‘İsrâ’ hâdisesinin kahramânı güzide arkadaşları ile berâber bir savaştan dönerken; ‘Şimdi küçük cihaddan büyük cihâda dönüyoruz.’ Buyuruyorlar. Yâni Allah(c.c) yolunda ölmek ve öldürmek, canın ortaya konulması küçük cihad, nefis ile mücâdele büyük cihad olarak yorumlanıyor. O kutlu insanlar bunu önlerinde kâinâtın iftihârı olan Allhü Teâlâ’nın Rasûlu’nun rehberliğinde başardılar.
Bir gün bağında hurma bahçeliklerini seyre dalmışken namazını unutan büyük sahabi Hazreti Talha(r.a) üzüntüsünden derhal Rasullulâh’ın huzuruna gelerek kendisine farz olan ibâdetini unutturan çok sevdiği bağını sadaka olarak bağışlıyor. Onlar hatalarına ve yanlışlıklarına karşı bu dünyâda hemen bedel ödüyorlardı ki ahrete bir şey kalmasın.
Bizler hiçbir şeye bedel ödemediğimizden kıymet bilmeyen kişiler olduk. İki dünya mutluluğunu kazanmak için yegâne şart olan ‘İMAN’ nimeti için bir bedel ödemedik. Peygamberlerin sultânı olan ‘MUHAMMED ÜMMETİ’ olma şerefine nâil olmamız adına bir bedel ödemedik. Her ne kadar hataları ve yanlışlıkları olsa da Müslüman bir ülkede, Konya gibi dindar bir şehirde yaşamış olmamız için bir bedel ödemedik. Çevremizdeki imanlı ve güzel dostlarımız için bir bedel ödemedik. Velhâsıl bedel ödenmeyen şeylerin ne yazık ki kıymeti bilinmiyor.
Aklın belirtisi idraktır. İdrâkın kalbe konması hakiki zikirdir. Mâneviyâtın derûnîleşmesi bambaşka haldir. İncelik, rakiklik, kalp nezâheti insan için bir lütfi ilâhîdir. Yaşadığımız madde âlemini tüm çirkinliklerine rağmen güzelleştirecek olan mâneviyat dinginliğidir. Bunun için ortamların elverişli halde bulunması veya bizim müspet zeminlerde olmamız şarttır.
İlim bir zenginliktir fakat irfan boyutuna yükseltilirse kişi ahlâken de o ilimden istifâde eder. Asıl iş bu gerçeğin kavranmasıdır. İrfandan yoksun ruhsuz bir nesil ancak kemiyeti oluşturur. Keyfiyet üzerinde oturup düşünmek bize çok şey kazandırır. Bugün kulluklar sâdece ‘farz’ boyutunda yapılıyor. Oysa ‘aşk’ boyutunda yapılsa ortaya kim bilir ne güzellikler çıkacaktır. Bugün ‘gerçek aşk’ın ne olduğu keyfiyetinin açınımlı olarak insanımıza hakiki mânâ erleri tarafından sunulması elzemdir. Ruhları besleyen mânevî tecellilerin insanın gönlüne dercedilmesi onun kalbî yaralarının sarılması demektir. Maddi her türlü imkâna sâhip insanımız hâlâ arayış ve sıkıntı içindeyse onun mânevi tarafının ruh boyutunun ihmal edilmesi sebebiyledir.
Bedenlerin beslenmesi ve hayâtiyeti için maddi gıda nasıl şartsa asıl bedeni beden yapan rûhun beslenerek ilâhî tecellileri alabilecek kıvâma gelmesi Hakk’ın emirlerini tüm incelikleriyle yerine getirmekle ve Hakk’ın O en güzel Nebisi ve Mi’râcın kahramânının sünnetlerine titizlikle hayâtımıza tatbik etmekle mümkün olabilecektir.
Hayırlı günler efendim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.