Kaybettiklerimiz Kazandıklarımız
İnsanlar yaşadıkları hayatta görünüşte dünyalarını imar etmeye çalışırlarken çoğunlukla kaybettiklerinin farkına varmazlar.
Ben kazandıklarımın yanında kaybettiklerimin farkındayım diyenlere bakmayın siz.
Aslında kaybettiklerinin kazandıklarından daha fazla olduğun farkında bile değildir bu tür kişilikler.
Dünyalarını yani evlerini ve ofislerini cennete çevirmeye niyetli bu kişilerin görmedikleri bir cennet tahayyül ettiklerinden dolayı kayıplarının farkında olmamaktadırlar.
Maddi açıdan üst seviyelerde bir hayat için çalışanlar elde edecekleri dünya karşılığında ahiretlerini kaybetmeye mahkûmdurlar.
Çünkü kapitalizmin doruk noktasına ulaştığı bu günkü dünyayı elde etmek için vereceği ilk taviz inancı olacaktır.
Sonunda inandığı gibi yaşamadığımızdan yaşadığımız gibi inanmaya başlar ve nihayetinde bu günkü zelil bir şekilde yaşamaya alışmış oluruz.
Yıllarca evlerimizde okullarımızda ve meydanlarımızda dile getirdiğimiz bir ilahi hüküm vardı:
Bugün Müslümanlar olarak başımıza gelenler, ellerimiz ve dillerimizle kazandıklarımızın sonucudur.
Mesela inancın zirvesi olan cihadı hayatımızın her anında en yüksekte tutmamız gerekirken cihattan uzaklaştıkça zelil ve hakir olduk. Dünya ve ahiret işlerimiz fesada uğradı.
Cihadı terk etmemiz nedeniyle Allah(cc) bugün aşağılık olarak gördüğümüz fiillerin sahipleri olan milletleri musallat etti.
Gücümüzün ve sözümüzün ağırlığının en üst seviyede olduğu günlerden esaret günlerini hatırlatan günlere kaldık.
Bunun en büyük nedeni siyasi düşüncelere inancımızdan çok daha çok önem verir olduk.
Siyasi faaliyetlere katılmak farzlar değilse bile sünnetlere tercih edilir oldu.
İkinci kaybettiğimiz olgu adalet oldu.
Hak ve adaleti siyasetin emrine verince de marangoz keseri gibi hep kendimizden yana yonttuk.
Milletimiz arasındaki meşhur tabirle hayatımız masa, kasa, nisa imtihanına sıkıştı kaldı.
Hâlbuki hiç unutmamamız gereken bir gerçek vardı.
Bir Peygamber(as) ne ile imtihan olursa ümmeti de o konuda imtihan olacaktır.
Dar ün Nedve mensuplarının Mekke döneminde Hz. Peygamberimize(sav) teklif ettikleri idarenin başı olmak, zengin olmak ve en güzel kadını almak imtihanı bizim için geçerli değilmiş gibi akbabalarla rekabet edercesine dünyalıklara üşüştük.
İlim sahibi olarak tanınan insanların kalem ve kelamlarındaki samimiyeti kaybettiğimiz günden beridir ise sözleri ve uyarıları kaale alınmadığı için yaratıldıkları daha doğrusu Hz. Allah(cc) ve Peygamberler(as) diliyle lanetlendikleri günden beridir insanlık düşmanı olan kavimi dost ve müttefik kabul ettik.
Sözümüzde samimi olmadığımız için daha doğrusu dosta söyleyeceğimizi düşmana söylediğimizden dolayı dostlarımız ve düşmanlarımızı ayırt edemediğimiz için düşmanımıza protokol kuralları uygularken dostlarımıza karşı olan uygulamalarımız uzun süreli sessizliklere neden oldu.
Çağdaşlık ve modernlik adına yüzümüzü batıya döndüğümüz günden beri teknoloji yerine kadın erkek ilişkilerindeki sapkınlıklardan sanat adı altında yaşanan rezilliklere kadar hangi tür soytarılık ve ahlaksızlık varsa moda oldu ülkemizde.
Müslümanların bu ülke bizim ve biz varken bir şey olmaz rehavetine kapılıp elindeki değneği bırakma gafletinde bulunduğu günden beridir ne kadar köpek varsa bizim sokaklarda dolaşır ve havlar oldu.
Liyakat yerine sadakati esas alıp sadakati öncelediğimiz günden beridir işimizden daha kötü bir şekilde kamu kurumlarını tamamen bir menfaat yuvasına döndürdük.
Dahası İslam adına Kuran adına öyle tipler türedi ki bir kaç ayet meali ile hayatında hiç bir araya gelmediği ve tanımadığı insanları hatta sınır ötesi Müslümanları dahi tekfir etmeyi, Tevhit olarak değerlendirmelerine göz yumduğumuz için ümmet bilinci yara aldı.
FARKINDA MIYIZ?
Gelişme, büyüme, sivil haklar, özgürlük, serbest piyasa ve modern refah toplumunu teklif edenlerin gerçekte teklif ettikleri şey: Asgari tutarda maaş, kısıtlı özgürlük, sınırlandırılmış sigortalılık imkânı ile modernize edilmiş kölelik sistemidir.
Yani günümüzdeki adıyla asgari ücretle işçilik.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.