Süleyman Küçük

Süleyman Küçük

İnsanlarla Anlaşmak Zorlaşıyor

İnsanlarla Anlaşmak Zorlaşıyor

Eskiler insanlarla anlaşmanın zorluğunu “deve ve hendek” ilişkisi gibi çok farklı cümlelerle anlatmışlardır.

Şimdilerde insanlarla anlaşmanın daha bir zorlaştığını görüyoruz.

Piyasadaki fiyatlardan bahsediyorsun iktidara laf etme diye başlıyor saymaya.

Tarihten bahsediyorsun cumhuriyet çocuğu olarak atama söz etme diyor.

Cumhuriyet öncesi olaylardan söz açıyorsun Osmanlıya hakaret etme diyor.

Siyasetten bahsediyorsun partisine toz kondurmuyor.

Abdestten, Namazdan bahsediyorsun dinde zorlama yoktur fetvası veriyor.

Camide yapılan yanlışları gösteriyorsun Diyaneti savunurken ne çamlar deviriyor.

Kurandan bir ayet hatırlatıyorsun, imam hatip mezunu olduğu halde İslâma saldırma diye ayağa kalkıyor.

Hz. Peygamberimizin(sav) sahih hadisini söylüyorsun, ilahiyat mezunu olduğu halde hadise ve sünnete karşı çıkıyor.

İlkokuldan üniversiteye kadar okuduğu seneler neredeyse yaşıyla eşit ama bunca zaman ne savunduğu devletin, ne de Osmanlı ve Selçuklu tarihini okumuş. Okumuş ama öğrenmemiş.

Dahası Peygamberim dediği Hz. Muhammed(sav)in hayatını ve sahih hadislerini, ne de inandığım dinin tek kaynağıdır dediği Kuranı Kerimi anlamak için okumuş.

Gerçi bu ülkede insanların yüzde 90 ının okumuş olduğu ile övünürüz.

Okumuş insan diyoruz ama okumuşlar ile okuduğunu anlamak zahmetine katlanan insanlar çok farklı.

Kısacası hangi konuyu ele alırsanız alın, gittikçe insanlarla konuşmak anlaşmak daha da zor hale geliyor.

Bunda elbette tüm suç karşımızda olan insanlarda değil.

Aslında suçun büyüğünün bizde olduğuna inanarak işe başlasak belki daha kolay sonuca ulaşacağız.

Çünkü anlattığımız şey aynı zamanda inandığımız dinin gerekleri ise, en başta anlattığımız dili değiştirmek gerektiğine inanıyoruz.

Son haftalarda sıkça gündeme getirilmeye çalışılan konulara bakınca bu ülkede insanlara İslam’ı anlatmak için kullanılan din dili insanları dine yaklaştırmak bir yana, tam tersi uzaklaştırıyor.

Yok, eğer insanlara anlattığımız şeyler dünyaya yani ekonomi ve siyasete ait şeyler ise herkes kendini o konuda doçent, profesör hatta ordinaryüs görmekten vazgeçmeli.

Ama maalesef biz kendimizi bilgili ve yeterli bir toplum ferdi kabul ettiğimiz için okumayı asla ve asla sevmeyen, durakta otobüs beklerken bile gelen otobüsün üstündeki yazıyı okuyup binmek yerine, akşama kadar direksiyon başında trafikte sinir küpü olmuş şoföre soru sorup binmeyi yeğleyen bir toplum olduk çıktık.

Bir de hiç denemek bile istemediğimiz bir davranış biçimimiz var:

Türkiye'de, insanlarda "bilmiyorum" diyememe ve gerçeği duymak istememe rahatsızlığı var.

Hâlbuki bilmediğini bilmek bir erdemdir diyoruz birbirimize işimize geldiğinde.

Bir başka mesele de iletişim dilimizin sert olması.

İsterseniz buna tartışma kültürünü bilmiyoruz da diyebilirsiniz.

Artık çok uzak zamanlar diyebileceğimiz yıllarda eğitim öğretimin bir parçası olarak münazaralar yapılırdı.

Şimdilerde bir konu hakkında iki farklı bakış açısı var diyorsak mutlaka biz haklıyız demek istiyoruz karşımızdakilere.

FARKINDA MIYIZ?

Özgüvenimizi bilgiden değil de sayıca çokluk olmanın gücünden aldığımız için, konuşurken sözlerimiz çok havalı ve çekici olsun istiyoruz.

Ancak sıra konuştuklarımızı yaşamaya gelince kendi sözlerimiz bile bize ağır geliyor ve her tür tevil yoluna gidiyoruz.

Galiba bunun nedeni “Usul esastan, üslup mesajdan önce gelir” ilkesini işimize gelmediği zaman unutmamızdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Süleyman Küçük Arşivi