İnsanın değeri
Cenâbı Hakk’ın kendi ruhundaki ilâhî nefhayı, insana üflemesinden dolayı en şerefli mahlûkat olarak dünyâya teşrif etmiş insan, tasavvufta ‘insanı kâmil’ olarak vasıflandırılır. En güzel, en mükemmel özellikler insanda toplanmıştır. Âlemlerin yegâne hâkimi olan Allâhu Teâlâ, kendi ‘esmâ’larının tecellilerini, insan rûhunda tezyin etmiştir. Bu sebeple insan, hem maddî âlemden, hem de mânâ âleminden izler taşır. Bu yönüyle insan, âlemin özü ve aynasıdır. İnsan yeryüzünün halifesi olması yanında, Âlemlerin Rabb’ine kulluğun sergilenmesinde mükemmel bir misaldir. Yâni insan, Allah Azze ve Celle’ye ubûdiyyet ve rubûbiyyet özelliklerini gösterir, göstermelidir. Bu idrak onu, hazreti insan olma mertebesine yükseltir.
Dünyâdaki en zor çözülmez durumların, insanda toplanması hasebiyle, tasavvuf âlimleri insanı ‘küçük âlem’, önümüzdeki koca kâinâtı da, ‘büyük âlem’ olarak nitelendirirler. İnsan kendisine verilen bu değer vesilesiyle, kâinâtın rûhu ve yaratılma sebebidir. Büyük âlemde ne varsa, hepsi farklı boyutla insanda bulunduğu için, insan âdeta kâinâtın özü ve özetidir. Dolayısıyla insan dünyâda Hakk’ı gösteren, O’nun vasıflarını rûhunda toplayan bir Hakk tecellisidir. Bu yönüyle, kötü özellikler insana yaraşmaz. İnsan rûhu; dâimâ iyiliğe, güzelliğe, hayra müştaktır. İnsan, her zaman güzele meyillidir. İnsana, ancak kâmil davranışlar yakışır. Aslında insan şahsında; kişisel, fiziksel görüntüler değil, hakikatin yansımaları dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla insan bu özellikleriyle, yeryüzünde Hakk’ın varlığının tek temsilcisidir, diğer bir ifâdeyle Hakk’ın halifesidir.
Tasavvuf ilminde insanın, kemal basamaklarında ilerleyerek, ‘kâmil insan olma’ ideali vardır. Bu ideal, tasavvufta hep canlı tutulmuştur. İnsan; ilmî ve ahlâkî bilgisiyle birlikte, mârifet ve muhabbet ilmiyle de, yakinen meşgul olur. Sevgi, muhabbet, şefkat, merhamet, hoşgörü, vefa, cömertlik, isar gibi vasıflarla müstakîm bir yolda ilerler. İyilik ve güzelliklerin, hayrın ve hakikatlerin bütünleştiği ‘insanı kâmil şahsiyetler’ âdeta; ‘Allâh’ın ahlâkıyla ahlaklanmış’ şahsiyetlerdir. Bu zâtı muhteremler, kâinatta ‘Hakk’ın sembolü’, ‘Hakk’ın yeryüzündeki aynası’, ‘Hakk’ın dünyâdaki halifesi’ unvanlarını hak ederler. Tabi bunların tezâhürü için ilim-amel-ihlas ortaklığı şarttır.
Kur’ân’ı Azûmuşşân’ın tefsiri olarak değerlendirilen, ‘Mesnevi-i Şerif’de, Mevlânâ Hazretleri. neyi, ‘insanı kâmil’e benzetir. Bilindiği üzere ney, toprakta, sulu, bataklık bir arazi içinde yetişen bir kamış iken, topraktan çıkartılarak ney hâline getirilmek üzere, çeşitli işlemlerden geçirilir. Bu amaçla neyin içi boşaltılıp, temizlenir sonra, kızgın demirle ona üflenmesi için delikler açılır. Neyin aslı, maddi unsuru olan toprak ve sudan ayrılması vesilesiyle, neyin üflenmesiyle, ondan ayrılık hicrânını dile getirici feryadlar yükselir. Şu dizelerde bu husus dile getirilir;
Dinle neyden duy neler söyler sana
Derdi vardır ayrılıklardan yana,
Kestiler sazlık içinden der beni;
Dinler, ağlar: Hem kadın hem er beni.
Göğsü göz göz ayrılık delsin de bir,
Sen o gün benden işit özlem nedir.
Her kim aslından uzak düşsün: Arar
Asla dönmek için bir uygun gün arar.”
(Mevlâna, Mesnevî, çeviren: Şefik Can, İstanbul 1995, c. I, 1-4)
Büyük Üstad bu dizelerinde, ney ile, insanı kâmili benzeştiriyor. İnsanın insanı kâmil olabilmesi için dünyâda çok çeşitli imtihan ve sıkıntılarla hemhal olarak aynı neyin içinin boşaltılırken geçirdiği merhaleler gibi dert ve belâlarla sınanması gerekir. Neyin içinin boşaltılmasından sonra güzel ses çıkarabilmesi için, üzeri dağlanarak delikler açılır aynı bu benzeşme gibi, insanda kendisine isâbet eden problemlerle âdeta yüreği ve gönlü dağlanarak pişer ve olgunlaşır. Ancak böylesi olgunlaşmış insandan, güzel ahlâkî özellikler sâdır olur, hikmetli davranışlar ortaya çıkar. Ney nasıl kamışlıktan kurtulduktan sonra, ney hâline gelene kadar nasıl çeşitli meşakkatli merhalelerden geçmişse, tıpkı insan da böyledir.
Ayrıca neyin o hâle gelmesi tabi ki iyi bir usta elinde olmuştur. Herkes neyi o hâle getiremez. Usta ve maharetli eller sâyesinde ney, nefesle muhatap olunca, güzel sesler yâ da başka bir deyişle kendisinden yanık feryatlar işitilir. Neden peki? Beyitte geçtiği üzere, ney aslından yâni toprak ve sudan ayrılmanın verdiği acıyla ağlayıp, inleyip, feryad etmektedir. Onun bu sesini kadın-erkek herkes duymaktadır. Ama onu ancak ayrılık acısını tadanlar, bu acıyı yaşayanlar anlayabilir.
İnsan da ruhlar âleminde Rabb’inden ayrıldığı için, o da aslına dönmek adına bu dünyâda hep feryat etmekte, asli vatanına dönmek istemektedir. Neyin sızlanmasından tıpkı onun gibi ayrılık derdi çekenler anlar yoksa bunu duymayan, hissedemez. Dertten anlamayana siz istediğiniz kadar söyleyin o yine de sizi asla anlamayacaktır. Bu ayrılık neyin bağrını öyle paramparça etmiştir ki, herkes aslına dönebilmek için uygun ortam ve uygun vakti arayıp durur. Burada temsilen insan da, ney gibi içindeki tüm mâsivâlardan kurtularak gönlü Hak sevgisiyle dolar, kemal basamaklarında ilerler, nihâyet insanı kâmil olur. İşte o zaman etrâfına ilim ve hikmet saçar.
Efendim hayırla kalınız, cumânız mübârek olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.