Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

İnsan denen cevher

İnsan denen cevher

Efendim, Mevlâna Hazretlerini yazdığımız bu Aralık ayının son yazısında, yine Mesnevii Şeriften, insan ile alâkalı beyitlerden size aktarımlarımızı sürdürüyoruz.

Diyor ki, Üstad;

‘Ey ney! Ne de hoş bütün sırları biliyorsun
Ey ney! Bülbül gibi sen de çok feryâd ediyorsun
Kendinden bile haberin yok ama göz olmuşsun
Kendinden sıyrılıp çıkınca sırlarla dolmuşsun.’

(Mevlâna, Divânı Kebîr, Hazırlayan: Abdulbâkî Gölpınarlı, Ank, 1992, C.II, 3929-3937)

Muhterem Üstat bu beyitte; ‘Bülbül pek güzel öter, onun sesi herkese çok güzel gelir. Ney de aynen bülbül gibi hoş ve güzel ses verir, ama bu ses aslında bir feryâdın sesidir’, demekte O feryatta âdeta, sırları bilmekten ötürü olan bir haykırıştır. Bülbül ya da ney feryat ediyor, lâkin dışarıdan dinleyen onu, hoş bir nida olarak dinliyor. Sen o sırları her ne kadar bilsen de dışarıdan o sesi dinleyen bülbül gibi güzel nağme dinler. Ancak onun hakikatini idrak eden, onun sırrını çözebilir. Ney de burada bülbül gibi feryat etmekte, onun asıl derdi, sıkıntısını ve üzüntüsünü dile getirmektir. Bu şekilde dışarıya hoş bir nağme yansır fakat asıl maksat, derdinden anlayan bir gönüldaş bulabilmektir. Buna da erişilemiyor. Zira herkes ney üfler ama neydeki sırrı anlayamaz. Dolayısıyla bir insan, karşısındakiyle ne kadar konuşursa konuşsun, onun derdini anlamadığı sürece, onun sırrını çözmediği müddetçe ona bir faydası olmaz, sâdece hoş bir nağme dinlemiş olur. Bâzen de insan, başkalarının peşinde koşturuyordur ama bilmez ki aslında, arkasından koşturduğu kişi kendisidir. Kendisi aranan ve kendisinden faydalanılacak insandır. O kişi, kendinden sıyrılıp çıkmış, sırlarla dolmuşken, hâlâ başka bir çıkış yolu aramaktadır. İşte insanın kendinden haberi olmamak hâli budur. Her şeyi ortaya dökmüşsün ve aslında sen kendinden bile haberi olmayan bir cevhersin.

‘Sen baştanbaşa denizsin, ıslaklığı ne istersin ki?
Sen tamamıyla varlıksın, yokluğu ne ararsın ki?
Ey parlak ay, tozu ne yapacaksın?
Ay bile, senin yüzüne bakar da sararır.
Sen hoşsun, güzelsin, her türlü hoşluğun madenisin.
Neden şaraba minnet edersin ki?
Başında ‘Biz insanoğullarını ululadık’ tâcı,
Boynunda ‘Biz sana Kevser ırmağını verdik gerdanlığı’ var
İnsan cevherdir, gök ona ârazdır.
Her şey fer’idir, her şeyden maksat odur.
Ey akıllar, tedbirler, fikirler kulu kölesi olan bey ,
Mademki böylesin, kendini neden böyle ucuza satıyorsun?’

(Mevlânâ, Mesnevî, Çeviren: Şefik Can, İst, 1995, C.V, 3571-3576)

İnsan aslında kendi içinde büyük bir âlemdir, büyük bir denizdir ama kendinin farkında değildir. Bu sebeple hâlâ o başka ıslaklıkları yâni başka denizi istemektedir. Mevlânâ hazretleri insana seslenerek, ‘sen aslında varlıksın ama yokluk peşindesin halbuki varlığın ta kendisi sensin. Ey! Parlak ay, tozu ne yapacaksın?, kendin parlak ay gibi, o kadar güzel ışıldıyorsun ki, o ışıldamayla berâber, onu gölgeleyecek hiçbir toz ve benzeri yokken sen hâlâ tozun peşindesin. İnsanın imânı aslında insanın içinde, hem onun denizidir, hem onun varlığıdır, hem de parlak ayıdır. Ancak insan, içindeki imânın hâricindeki dışarılardaki başka şeylere yöneliyor. Oysaki insan dönüp kendine baksa, o iman onu öyle güzel bir şekilde ileriye taşıyacak ki, ama o hâlâ bunun farkında değil. Ay bile senin yüzüne bakar da sararır. Senin imânın aslında her cihetle yön verir, istikâmet gösterir. Ay bile senin sâyende parlakken, sen ne diye bu güzelliğinin farkında değilsin?

İnsan hakiki imâna erene kadar, başka şeylerin peşinde beyhûde koşar, durur. Sen kendin zâten hoşsun, ne diye şaraba minnet ediyorsun. Sen minnet altında kaldığında, kendi güzelliğini ve hoşluğunu göremezsin. Senin kendi güzelliğin ve hoşnutluğun sana yeter. İnsanoğlunun başında ululuk tâcı var. Biz insana Kevser ırmağını verdik, deniyor. Bu yönlerle insanoğlu yüksektir. Bütün bunlar kimin içindir? El-cevap: İmânı kalbinde ve zihninde ve dahi, gönlünde ve rûhında hakikate erdirenler içindir. İnsan cevherdir ama o bunun farkında değildir. Aslında her şeyden maksat, Allah Azze ve Celle’dir. Ancak bunu görecek göz ve fark edecek insan lâzımdır.

Ey akıllar! Derken insan akılların, fikirlerin, kulların kölesi oluyor. Hakikatte insan kendi içindeki mâdenin farkında olmadığında, kendini ucuza satmış oluyor, kendini hafife almış oluyor, kendini ufak şeylere değişmiş oluyor. Uzun sözün kısası insan içindeki imânın farkına varmalı, neticede Hakk’a ve hakikate erişmeli. 

İnsan-ı kâmili, insanların kalplerindeki hastalıkları tedâvi eden bir hekim olarak gören Mevlâna Hazretleri; ‘onların devâ bulmaz hastalıklara kapılanları, ücretsiz iyileştirdiklerini ve bu tedâvî usûlünü Allâh’ın kendilerine ilhâm ettiğini’ vurgular. ‘Mânevî hastalıkların hekimi olan bu ârifler, en büyük kalp hastalığı olan insanların gönüllerindeki mâsivâyı terk etmelerini sağlayarak Allâh’a eriştirirler. Bu bakımdan onların sözlerine kulak verip Allâh’ın lütuf ve feyzine kavuşmak gerekir.’ Diyor. (Mevlânâ, Mesnevi, a.g.e, C.III, 2701-2730)

Maddi ve mânevî hastalıkta şu iki şey önemlidir. 1-Tahlil 2-Teşhis. Eğer tahlil doğru olursa, teşhise doğru tedâvî yöntemleri uygulanır ve bu şekilde en hızlı tedâvî elde edilir. Mânevî hastalıkların hekimi olan ârif zatlar, kalp hastalıklarını ânında tahlil ediyorlar ve hastaya; senin mâsiva, kibir, gurur, uçup veya farklı hastalıkların var, diyorlar. Hasta kişi, doktorun dediğini yaparsa iyileşir. Mânevî hastalıkları parasız-pulsuz tedâvî eden Allah dostları vardır. Onların sözlerine kulak vererek Allâh’ın lütuf ve keremine kavuşmak gerekir ki, onlar kendiliğinden konuşmaz. Onlar Rabbi Teâlâ’nın kendilerine ilham ettikleriyle konuşurlar. (Rabb’im tabi hakikileriyle karşılaştırsın.)

Hayırla kalınız, Mevlânâ hazretlerinin himmeti üzerimize olsun inşallah. Cumânın feyzi ve nuru yağsın yüreklerimize…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi