GÖRMEK İSTEMEDİKLERİMİZ
Son zamanlarda evde, işte, yolda, pazarda en çok konuşulan şey temel ihtiyaç maddeleri başta olmak üzere hayatı her safhasında lazım olduğunu düşündüğümüz malların yüksek fiyat artışı sonucunda toplum olarak içine düşürüldüğümüz zor zamanların nasıl aşılacağı ile ilgili fikirlerdir.
Siyasetçisinden din adamına kadar hemen herkes bir taraftan hızlı yoksullaşmadan dert yanmakta diğer taraftan da millet olarak yaşadığımız bu felaketin bizim için imtihanı olduğuna inanmamızı istemektedirler.
Müslümanlar doğumdan ölüme dünya hayatının bir imtihan olduğunu kabul etmişlerdir ve bu imanları ve Kuranı Kerimdeki ayetlerin gereğidir.
Müslümanlar inançlı kimseler olmalarına rağmen hayatlarındaki davranışlarında ve düşüncelerinde başlarına gelen ve imtihan olarak kabul ettikleri sıkıntıların en baş sebebinin sorumlusu olarak hep kendi dışındaki insanların işledikleri kabahatler olarak görürler.
İmtihan düşüncesi belki ferdi olarak görülse de toplumsal yanlış bir düşünce olarak sorumluluk ferdi olarak kabul edilmez.
Yani insan hem kendi hayatında hem de toplumsal hayatta karşılaşılan çok farklı türdeki imtihanlarla imtihan olurlarken kendilerini sorumluluktan müstağni görürler.
Yani inandıkları ve Allah(cc) kelamı olarak gördükleri Kuranı Kerimdeki Alak Suresinin 6 ve 7. Ayetlerinde ifade edilmesine rağmen “insan, kendini müstağni gördüğü için çizgiyi aşar.”
Hâlbuki Kuranı Kerim ayetlerinde açıkça belirtildiği üzere insanların tarih boyunca ister fert olarak isterse de toplum ve kavimler olarak yaşadıkları bütün sıkıntı hatta küçük büyük bütün felaketlerin asıl sebebinin insanların elleri ile yaptıkları şeyler olduğu hükme bağlanmıştır.
Allaha(cc) Resul’üne(sav), Kuranı Kerime ve ahiret hayatına inanıyor olmasına rağmen Müslümanlar zaman içerisinde yapabilecekleri sapmalardan kurtulabilmek için nerede bulunduklarını kontrol etmek amacıyla kendi iç dünyaları ile bir hesaplaşma yapmak zorundadırlar.
İnsanlar başkalarına söyleyemedikleri arızaları iç dünyalarında yapacakları yüzleşme ile kendilerine de söyleyemiyorlarsa pek çok şeyi görmezden gelmeye başlamışlar demektir.
Hal böyle olunca da fert olarak kendi düşüncelerimiz ve yaptıklarımızda görmezden geldiğimiz şeyler olduğu gibi yakın çevre ve toplum hayatında da görmezden geldiğimiz ve düzeltilmesi için hiçbir şey yapmadığımız kötülükler normalmiş gibi görülür ve hatta hayata hâkim olmaya başlar.
Bu gün hem fert hem de toplum olarak içinde bulunduğumuz durumda şikâyetçi olduğumuz anarşi, trafik magandalığı, içki, kumar, zina, faiz ve eşcinsellik gibi tarih boyunca kavimlerin felaketine ve yok olmalarına sebep olan günah ve kötülüklere karşı sessiz ve hareketsiz kalıyoruz.
Bu gerçeği yine Kuranı Kerim ayetlerinden öğreniyor olmamıza rağmen kabul edilmemesi gereken bir sessizliğimiz var toplum olarak.
Bu kahredici sessizliğimizin belki de en baş nedeni ellerimizle seçtiğimiz siyasetçiler eliyle çıkarılan kanunlar nedeniyle günah olarak gördüğümüz davranışların devlet tarafından resmileştirildiği ve kurumsallaştırılmış olmasıdır.
Ayeti kerime gereği kendimizi asla müstağni görmeden ve hiçbir kimseyi ve hiçbir topluluğu ayırt etmeden her gelen gün geçen günden daha iyi olacak yalanına inanmak işimize geldiği için açık seçik bir şekilde toplumu uyarmak amacıyla söylenen sözleri de görmezden gelmeye devam ediyoruz.
Milletimizin çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarılması için çağdaşlaşma, modernleşme ve küreselleşme adına icra edilen her şey bu yalanı gereği gibi araştırmadığımız için sürekli olarak toplumumuzun aleyhine sonuçlanmıştır.
Kuranı Kerimdeki ayetlerin tüm uyarı hatta tehditlerine rağmen pervasızca içine daldığımız dünyevileşme sonucunda maalesef en fazla sekülerleşen kitle üstlendikleri temsiliyet nedeniyle kendilerinden örnek olmaları beklenen Müslüman olarak tanıdığımı kişiler olmuştur.
Bizi kötülüklerden alıkoyamayan namazımız, sadece başı örtüğünde dış giysisinin vücudunun kalan kısmını örtüp örtmediğine dikkat etmeyen kızlarımız, helal ve harama dikkat etmeden yaptığımız ticaretimiz gaflet ve günahlarımızın sonuçlarıdır.
Kendimizi her yaptığımızın doğru olduğuna inandırdığımız için içine düşürüldüğümüz u modern cahiliye yaşantısının sonucunda görmek istemediğimiz felaketi belki de bu yazılanlardan daha iyi ifade edecek ve kendimizle yüzleşmemize sebep olacağına inandığımız bir ibretli olayı hatırlayalım:
Eskiden idam mahkûmlarının cellât da aralarında olmak üzere son gecelerini hep birlikte neşe içinde geçirmelerine izin verilirmiş.
Sabaha kadar süren eğlence sonunda sabahın ilk ışıklarıyla birlikte cellât, ansızın hareketlenip palasını çeker ve mahkûmların kafasını, tırpanla başak biçer gibi alıverirmiş.
Yine böyle bir infazda mahkûmlar, sabahın ilk ışıklarına kadar eğlenmişler, yiyip içmişler ve güneşin ilk ışıkları dağların arasından görünmüş fakat hiçbir şey olmamış.
Mahkûmlardan biri, cellâda sormuş: " İnfaz neden gecikti? " Cellât: " Gecikmedi ki, " demiş. " Fakat kellelerimiz yerli yerinde duruyor" diye diretmiş mahkûm. " Size öyle geliyor" demiş cellât, palasına bulaşan kanı göstermiş mahkûma. Dehşete kapılan mahkûm, " Nasıl yani? " diye mırıldanmış. " Ben çok hızlıyımdır" demiş cellât." Ayağa kalktığın anda kellen kucağına düşecek."
FARKINDA MISINIZ?
Ellerimizle yapıp ettiklerimizden dolayı pek çok şeyimiz elimizden gitmiş olabilir, ancak biz bunu henüz fark etmemiş olabiliriz.
Bir şeyler olmuş, ama biz olan şeyi henüz idrak edemediğimiz için bir şey olmamış gibi davranıyor olabiliriz.
Yani kellemizin hâlâ yerinde olduğunu sanıyor olabiliriz.
Gerçeği anlamamız için mutlaka ayağa kalkmamız gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.