GÖNÜL ERİ HAZRETİ MEVLÂNA
Mevlâna hazretleri gibi gönülleri tâmir eden, ruhları onaran, yürekleri ihya eden gönül insanlarının tek hedefi, insanları sevgi hâlesi etrâfında birleştirmektir. Onları güzel ahlak sâhibi, kâmil insanlar hâline getirmektir. Ömürlerini ilâhi gâyeye adamış, bu mükemmel gönül insanları yaşadıkları sürece, bu arzularını gerçekleştirici çalışmalarıyla etrafları tarafından hep sevilen zâtı muhteremler olmuşlardır. Hatta öldükten sonra da onların ulvî görüş ve fikirleri, düşünüş ve yaşayış biçimleri gerilerinde derin izler bırakmıştır. Onların yolundan giden müntesipleri de hep olagelmiştir. Pek tabî, bu güzel insanların kalbî hayatları olmasa, titiz ve örnek yaşantıları olmasa böylesi bir sevgiye nasıl erişsinler? Dolayısıyla onlar gönüllerimizin sultanlarıdır. Zâten Mevlânâ hazretlerine, ‘Sultânul Ârifin’ deniyor.
Mevlâna hazretleri eserlerinde, imânı aşk ile yaşama düsturlarını kalplere yerleştirmiş bir gönül doktorudur. Bu nâcizâne kardeşinizin bir tespitidir. Mevlâna hazretleri, insanları sevgi kuşu ile hakiki aşka kanat çırptırarak, onları güzel ahlak vâdilerinde gezdirmiştir. Yeryüzünün yaratılması ve devâmı tamâmiyle, sevgi ürünüdür. Dolayısıyla her insan bu nur sevgi denizinden nasip almalıdır anlayışıyla, kıymetli üstad, herkesi sevgiye dâvet eder. İşte bu sevgi öyle bir sevgidir ki, o sevgi azalmaz, her dâim devam eden nitelikli bir sevgidir bu sevgi. Nihâyetinde o sevgide derinleşenler ve dahi enginleşenler, hakiki sevgiye yâni hakikate yâni ilâhî nûra yâni aşka ulaşırlar. Ah ne mutlu bir sondur, bu son!
Sevgi denizinde bir başka aşk eri Yunus Emre ne der; ‘Yaratılanı severim. Yaratan’dan ötürü.’ Bu bakış da, eşyâya bakışta, sevginin mükemmel bir bakış tarzıdır. Yâni her gördüğünde, Yüce ve Aziz Allah Teâlâ’yı hatırlamak, O’nu hiç hatırdan çıkarmamak, muhteşem bir bakıştır. Aslında etrâfımızda gördüğümüz her şey, bizim Rabb’imize olan hayranlığımızı ve hayretimizi artırmalı. Fakat heyhat!!! Yaşanan İslam dışı, haz ve hız eksenli hayat insanda düşünme, akletme, fikretme temâyülü bırakmıyor maalesef. Üzücü tabi…
‘Biz pergel gibiyiz. Bir ayağımız din üzerinde sağlamca durur, öteki ayağımız yetmiş iki milleti dolaşır.’ Diyen Mevlânâ hazretleri, hayâtı boyu, tükenmez, kutsî sevgi kaynağını bütün insanlığa dağıtmanın hayır yarışını yapmıştır. Gerçekten bu hayır yarışında, O büyük aşk eri, başarılı olmuştur, O’nu gayrı Müslimler dahi öyle sevmişlerdir ki, cenâzesine iştirak etmişlerdir. Hatta bir ara cenâzede öyle bir kalabalık, izdiham olmuş ki, Müslümanlar gayrı Müslimlerin cenâzeden gitmesini dahi istemişler ama onlar bunu reddetmişlerdir. Yâni O sevgiyi öylesine engin dağıtmış ki, O’nu Müslümanlar olmayanlar dahi çok sevmişler. Ve bu sevgi hâlâ devam etmektedir. O getirdiği aşk çağlayanı, pınarından çıktığından beri akış coşkunluğunu sürdürmektedir.
Diğer yazılarımızda bahsettiğimiz üzere, ‘bâzen ilâhî sevgiye ulaşmada beşeri aşklar vesile olabilir’, demiştik. Zâten bunu üstad söylüyor: ‘Vehme, hevese âşık olan sâdıksa, bu mecaz onu hakikate götürür.’ (Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî-i Şerîf, Aslı ve Sadeleştirilmişiyle Manzum Nahîfî Tercümesi, C.I, İstanbul 1967-1972, s.109/2861) ifâdesiyle; sevgisinde kararlı, vefâlı, samimi olanlar zamanla, o fâni sevgide derinleşerek bâkî sevgiye varabilir. Böyleleri vardır. Bahsettiğimiz üzere, Leyla ve Mecnun hikâyesi bunun en bâriz misâlidir.
Gerçekten sevgi ve bâki aşk, hayâtı anlamlandıran en önemli sâiktir. Hatta ruhları teskin eden en önemli iksir, aşk iksiridir. Sevgiden, aşktan nasibi olmayanların hayâtı çekilmez, bunaltı ve sıkıntılarla doludur. ‘Baht sana yâr olur yâver kesilirse, aşk, seninle işe güce girişir. Aşksız ömrü hesâba sayma; O, sayıdan dışarıda kalacaktır çünkü.’ (Mevlânâ Celâleddin, Mecâlis-i Seb’a-Yedi Meclis, Abdülbaki Gölpınarlı Konya 1965, s. 43) Eğer sen bahtını, ömrünü, kaderini yazana yâr edersen, o zaman aşk senin her işine yol yordam gösterir, seni Hakk’tan saptırmaz, her işinde mihenk taşı olur. Ama hayâtın aşksız ise o zaman ömür günlerini, hayat yaşın gibi sayma. Zira aşksız hayâtın, ömür yaşının bir kıymeti olamaz. Hani insanlar hidâyete erdikten sonra kendisine; Kaç yaşındasınız? Diye sorduklarında; mesela, üç yaşındayım derler halbuki o, kırk yaşındadır. Yâni kişi aşksız günlerindeki yaşını, yaş olarak saymıyor. Kişi İslam öncesi hayâtını yaşanmamış sayıyor.
Efendim şimdilik hayırla kalınız, yine diğer yazımızda aynı mevzûya devam edeceğiz nasipse tabi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.