Ev Alma, Komşu Al
Gözler, tanrı vergisidir. Rengi, şekli... Nitekim onun göz kürelerinin de dışarıya doğru çıkık olması, yani amiyane tabirle 'pörtlek' olmasında kendisinin hiçbir payı yoktu. Göz renginin, bu yapıyı daha da vurgulayacak şekilde açık yeşil olması da onun kendi başarısı, başarısızlığı, ödülü ya da cezası değildi. Yaratılışa yorum yapmak, haddi aşardı zaten.
Fakat bakışlar... İşte onlar için tanrı vergisi denilip geçilemez. Zira bu, kişinin kendisinin bilinçli olarak şekillendirdiği ya da içinde taşıdığı duyguların bilinçsiz bir şekildeki dışa vurumuydu. Hani gözler kalbin aynasıdır ya.
Toparlarsak, gözlerin kendisinden yana değil de içinde taşıdığı bakışların ifadelerinden yana bir yorumda bulunabiliriz ancak.
Nitekim o genç kadının dışarıya doğru çıkık duran açık yeşil gözlerinin kendisinden değil, içinde taşıdığı bakışlarından yana rahatsızdım ben de. Tedirgindim. Hoş, ismini bile bilmediğim birisinin bakışlarının üzerime yöneldiğinde neden öyle garez dolu hatta tehlikeli ve böylece de tehditkar bir hal aldığını hiç bir zaman bir gerekçeye bağlayarak anlamlandıramadım.
Ancak apartmanın asansöründe bazen karşılaştığım, adını bile bilmediğim komşumdan söz ediyorum.
Şehir ise, 'ayıpları örtmekte gece gibi ol' diyen Mevlana kenti: Konya.
Bundan uzun yıllar öncesinde ve uzak yollar gerisinde cereyan eden bir elektrik çarpması... Şimdi ne yazık ki o güzel şehirde değilim ama kalbimde ve zihnimde hala kanlı canlı yaşayan memleketim...
Bu arada hiç dikkat ettiniz mi bilmem ama apartmanların kendilerine has bir ruhları vardır adeta. Her bir apartmanın. Ne bileyim, orada yaşayanların her birinin enerjisinden, etkileşimlerinden doğan sinerjilerinden ve ortak bilinçlerinden hasıl olmuş ortak bir can; ruhaniyet gibi... Bir apartmana girdiğimde, bunu hissederim çoğunlukla. Oradakilerin çoğunluğu ya iyi insanlardır, ya da, kötü insanlar. Dünyevi ve somut bir laboratuvarda asla ispatlanamayacak bu fizik yasalarına kesinlikle itaat etmeyen fikrime ister katılın, ister bunu farazi hatta deli saçması bulun. Fikirleriniz benim için elbette önemlidir ama çoğunlukla doğru çıkan bu sezgimi, sırf hoş görünebilmek için yok sayacak da değilim şimdi. Hoş, birazdan anlatacaklarım da aslında içi güzel kokan bir apartmandaydı. Koku, apartmanın 'halini" ele veren birkaç kriterden birisidir çünkü. Yadsınamayacak bir parametredir bu minvalde. Demek ki o apartmandaki iyi insanlar da çoğunluktaydı, tıpkı o güzel şehirdeki iyiliğin de çoğunlukta olması gibi. Görevlilerce yapılan temizlikten bağımsız olarak, temiz ve huzur veren bir koku dolaşırdı apartmanın içinde hep.
Fakat iyiliğin tamamı iyi değildir, tıpkı kötülüğün bütününün de kötü olmayışı gibi. Hülasa, o genç kadının bu konudaki katma değeri ya da özgül ağırlığı ne kadardı, bunu bilemem ama mesela o kişi o apartmanda hiç bulunmasaydı, o koku çok daha büyüleyici ve baş döndürücü bir hal alabilirdi pekala. Zira bakışlarında bariz ve kötücül bir ifade bulunurdu her zaman.
Nitekim o gün de, tıpkı önceki günlerde olduğu gibi, üst katta bindiği asansör aşağıya inip bulunduğum yerde durunca kapıyı aniden yüzüme kapatmış ve beni içeriye almamıştı. Yok, açıkça konuşmanın vakti gelmişti artık. İnsanlar konuşarak anlaşırlar. Böyle olmazdı.
Otoparka inip, beklediğim üzere onu orada görünce, neden böyle yaptığını sormak için yeterince cesur ve kararlıydım. Sinirli de olabilirdim tabi. Ve işte ayıpları örtmekte gece gibi olarak değil, alakasız bir yıldız gibi parlayarak, artık aile arasında cereyan eden bir nevi tatsızlığa mı tanık olmuş olacaktı ki, "aile içi sorunlarını bize yansıtma" seklinde cevap vermişti, konuyla hiç ilgisiz bir şekilde. Aile ki, kişinin kırmızı çizgisidir... Dolayısıyla bu ağır tahrik karşısında diyaloğun tansiyonu yükselmiş hatta saç saça bir duruma gelmiştik. Olayı karakola taşımıştım o günlerde hemen. Hastaneden aldığım darp raporuyla birlikte tabi.
İşin akıbeti, bu noktadan sonra maleyanı bir hal alıp dedikodu kalitesine girer ve fakat aklımdan hala çıkmayan şey şudur ki, o saç saça yaşanan dehşet dolu anlarda, kadının küçük çocukları da arabanın içinde, çığlıklar ve avlamalar eşliğinde tüm bunlara şahit oluyorlardı. Aile kavramıyla, alakasız bir şekilde bel altından vuran kişi, asıl saldırıyı kendi küçüklerinin psikolojisine karşı yapıyordu. Ayıpları örtmekte gece gibi olmamak, genç dimağlardan silinemeyecek travmalara yol açabiliyordu demek ki.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.