Eskiyen Ramazan mı, biz miyiz?
Yaşımız ilerledikçe Ramazanlarda çoğumuz bir meclis ortamında olduğumuz zaman söze; ''Nerede o eski Ramazanlar?'' diye başlarız . Aslında eskiyen ramazanlar değil de sanrım insanlar.
Ramazan bin dört yüz yıldır değişmeden devam ediyor. Ramazanı değiştiren biz Müslümanlarız.
Mesela eskiden Gayr-ı müslümler dahi ramazana saygıdan dolayı açık yerlerde yemez-içmezlerdi.
Eskiden daha ramazan gelmeden hazırlıklar yapılırdı. Önce evlerin her tarafı güzelce temizlenir paklanırdı ki ramazana temiz girmek, ramazanı temiz karşılamak içindi tüm hazırlıklar. Konu komşu bir araya gelir, ramazan için makarna, erişte kesilir; şerbetler, baklavalar, tatlılar yapılırdı. Çarşı pazarda Ramazan'a özgü alış-verişler yapılırdı. Buna rağmen israf yapılmaz, insanlar az yerler, tez doyarlardı.
Medreselerde cerre çıkardı talebeler. Osmanlı'da tatiller üç aylarda verilirdi. Talebeler Osmanlı Devleti'nde çeşitli yerlere gönderilirdi. Hem bilgileri tazelenir hem de halkı aydınlatmış olurlardı. Şimdilerin bir nevi stajı gibiydi.
Yine zenginler rastgele bir bakkala girer veresiye defterinden rastgele baştan ortadan sondan sayfaları kopartırlar böylece o kişilerin borçları ödenmiş olurdu. Ne ödeyen kimin borcunu ödediğini bilir, nede borcu ödenen kişi kimin ödediğini bilmezdi.
Evvelden Ramazan’da iftarda kapılar açık tutulur, yolda kalan herkes istediği eve girer istediği iftar sofrasına otururdu. Bunun için tanıdık olmasına da gerek yoktu.
Üstelik tanıdık tanımadık gelen misafirlere; ''Efendim zahmet verdiniz geldiniz, dişinizi eskittik, kusurumuza bakmayın'' diye ''Diş kirası'' hediyesi verilirdi. Bu hediyeler ev sahibinin maddi durumuna göre ya altın veya çeşitli kıymetli şeylerden oluşurdu.
Teravihler, mukabeleler...
Sahura kalmak için çocuklar ebeveynleri tembihlerler, sahur yapmak onlar için bambaşkaydı. Anne-baba çocuğa kıyamaz kaldırmamışsa, uyanan çocuklar direkt kalmazdı, önce öksürür, aksırır gibi yapardı ve illa o sahur sofrasına kendini kabul ettirirdi. Aileler küçük çocukları ramazana alıştırmak için ''Tekne Orucu'' tutturulurdu. Tekne orucu öğleye kadar olur, öğlende çocuklara iftar yaptırıldı.
Daha buna benzer pek çok güzel adetler vardı.
O dönemlerde eğlence ayı değildi ramazan. İbadet ayı, maddi-manevi temizlenme ayı idi.
Ne kadar nazik, ince bir medeniyetimiz vardı.
Böylesi sevgi, saygı dolu bir toplumda haliyle suç oranı da yok denecek kadar düşüktü.
Sahi bugün bu hale nasıl geldik?
Çok değil bundan elli-yüz yıl öncesinde bile bu hassasiyeti taşıyan Müslümanlara ne oldu ki böyle vurdumduymaz, bencil, saygısız... güvensiz bir topluma dönüştü?
Meşhur tabirle globalleşme mi bizi bu hale getirdi?
Dünyanın gitgide küçülmesi mi?
Küçülen sadece dünya değildi aslında, değerlerde küçüldü. Edep küçüldü, saygı bitmek üzere...
Hakîkaten bizlere neler oluyor?
İster adına değişim deyin, ister modernleşme her geçen gün pek çok kıymetimizi kaybediyoruz.
İnsanları bireyselliğe yönlendiren bir eğitim sistemi, sürekli tüketimi özendiren bir ekonomi politikası, yıllardır ahlak ve maneviyatı içinde barındırmayan bir siyasi anlayış hakim olunca, değişimde kaçınılmaz olacaktır.
Elbette yenilikler de olmalı, çünkü nesil sürekli yenileniyor. Ancak bu yapılırken eskiyi reddetmeden, eskinin gelenek ve görenekleri, ahlak ve manevi değerleri de korunarak yapılmalıydı bu.
Toplumda yeniden bir inşa hareketi yapılmalı bunu yaparken de en önce en büyük yitiğimiz güveni, ahlaki, manevi değerleri tekrar tesis etmek gerek.
Düşünsenize birbirine güvenmeyen bir toplum ne kadar ileri gidebilir?
Eskiyle avunmak yerine yeniyi ikame etmek gerekiyor.
Önce aileden başlayarak sevgi ve saygı çerçevesinde yeni bir anlayış tüm topluma yayılmalı.
Sızlanmak yerine en azından bir yerden başlamak lazım.
Selam ve dua ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.