Devlet, Ulema, İktidar
Osmanlı İmparatorluğu dönemi hakkında konuşan kişilerin üzerinde en çok durdukları mevzulardan birisi şahıs devleti olan devirlerde ulema ve iktidarın içinde yer almak isteyen görevlilerin kendilerine bir görev verilebilmesi için kapı kulluğu denilen aşağılanmayı kabul etmiş olmalarıdır.
Osmanlı sonrası dönemde devlet Osmanlı döneminde yetişen asker bürokrasisi eliyle dini dışı bir devlet olarak dizayn edilirken pek çok ilim ve kalem ehli bu suçlama ile kenara itildi, hatta zulmedildi.
Osmanlı döneminde toplum için neyin iyi neyin kötü olduğu padişah ve çevresindeki ilim ve kalem ehli tarafından tespit edilirdi ve bu hal toplumun geri kalmasının temel sebeplerinden biridir diye ortaya çıkanlar Avrupa da okumuş olmalarının verdiği derin ve karmaşık bir zihin içinde gelgitler yaşadılar.
Bu karmaşık zihin yapısı sebebiyle geçmişte var olan her şeyi kötülemek adına yeni bir zihniyet oluşturmaya karar verirlerken dini yok edip sonuçta laikliği kendilerine ve topluma rehber edinip adıma da kemalizm dediler.
Ne var ki zoraki dayatılan kemalizm atmosferinin Osmanlı’dan kalan Türkiye'nin zihinsel etkisini değiştirirken geçmişte re ettikleri her şeyi kendi doğruları olarak kabulden başkaca da bir yol bulamadılar.
Osmanlı Devletinde padişah ve çevresinin kabul ettiği dini prensipler doğrultusunda toplum için doğru olanlar uygulanmaya çalışılırken, bu defa ittihat ve terakkiden devralınan bir siyasi yapı içinde tek parti bünyesinde yer alan kurullar ve kişilerce toplum adına faydalı veya zararlı olana karar verilir oldu.
Yeni kurulan devlet yapısını devletsiz olmaktan daha iyidir düşüncesiyle zoraki de olsa kabul eden yurttaşlar topluluğu sonuçta laikliği kendisine rehber edinen kemalizmin derin ve karmaşık yapısı içinde toplum için neyin iyi olduğunun bilindiğini ve bu bilginin sadece kemalistlerde yoğunlaştığını savundular.
Aslında adına kemalizm denilen bu pozitivist bakış açısında bilginin nasıl elde edileceği konusunda az çok bilgileri olmasına rağmen yeni kurulan devlet yapısının kaos ortamı içinde şahıslarda belirginleşen bir kesinlik içinde avrupada öğrendiklerini bile ret etmekten geri durmadılar.
Bu kadar sözden sonra sözü şuraya getirmek istiyoruz.
Yüz yıl önceki devlet yapısı içinde kendilerine padişahın kulu kölesi diye hakarete varan sözler söyleyen cumhuriyet aydınları, geçen yüz yıllık süre içinde devletin ve devletlûların kulu kölesi olmaktan başka bir duruma gelememişlerdir.
Özellikle Cumhuriyetin, devletin ve demokrasinin zora düştüğü ve ihtilallerin tek çıkar yol olarak görüldüğü ve gösterildiği dönemlerde darbecilerin önünde selam duran ve onları temize çıkarmak için nerdeyse ciltler dolusu rapor yazıp, kitaplar yayınlayanlar maalesef aynı zihniyetteki kişilerdir.
Üstelik bu durum sadece darbe dönemlerine has bir durum da değildir.
Osmanlı devletinde devlette görev alabilmek için Padişahlar karşısında el pençe divan durmakla ve padişahların gayri İslami ve gayri kanuni uygulamalarına evet dedikleri iddiasıyla ulema ve ümera sınıfını suçlayan kişiler seçim dönemi içinde göze girip seçilebilmek için yapmadıklarını bırakmamışlardır.
Seçim dönemi dışında ise, bir dahaki seçim dönemine daha iyi hazırlanabilmek adına devlet katında ballı kaymaklı bir görev alabilmek için suçladıkları kişilerden daha aşağı davranışlar göstermekten geri durmamaktadırlar.
FARKINDA MIYIZ?
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tek parti iktidarında siyasetten beklenen şeyin devlet yönetiminde olanların düşüncesi doğrultusunda laikliğe hizmet etmek iken daha sonra devletin gücünü arkalarına alarak otoriter yapıyı pekiştiren kesim iş başında kalabilmek için batı emperyalizmine hizmet etmeyi amaçlar hale gelmiştir.
Bugün kendine bilim adamı veya siyasetçi diyen birçok kişinin misyonu, hatta varlık sebebi hala bununla sınırlıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.