Dağ Hikâyeleri
Dağ hikâyeleri beynine üşüşmüştü; Hıra Dağı, Sevr Dağı...
Dağ gerçeği; Hz. Ebubekir’in “mağara arkadaşı”, vazifeşinas örümcekler, “Hu, Hu’cu” güvercinler; Dualar ve Âminler; Arif’ler ve Ümit’ler…
Tur Dağı’nda Hakk’la buluşulmuştu; Hıra’da Yâr Sesleri doğuş, zafer vardı, Sevr’de dostluk, muhabbet kucaklayışı, Uhud’da ise yenilgi düşüş.
Türlü tecelliler, tırmanış, yükseliş, peygamberlik dorukları, bilumum zirveler.
Yol üstünden, dağlardan nice üstün şahsiyet birlikte geçecek, ruhun delillerinden olacaktı.
Nuh’un gemisi, Cudi’ye mi, Ağrı’ya mı oturacaktı.
Bazı dağlar da Ferhat sedası vardı. Kim bilir belki de Şirinler, yükseltilerin en tepe noktasında barınırdı.
Bir katılım, açılım her zaman mevcuttu. Sanki her şey bir bütündü. Ama varlıktaki o yek(pare)lik kolayca görülmüyordu.
Zirveler, geçitler, merdivenler. Rab sesi, hitap, göksel ulvî seslenişler.
Kimileri, ilahların Olympos gibi, dağlarda oturduğuna inanırdı.
Bir takımı, iblis iğvasına kanarak; dağlar gibi uzayan, yüksek kuleler yapıp, Tanrı’yla yarışacağı zehabına kapılırdı.
Lâkin ihtişamlı dağ tecritlerinden; aşklı, azimli bekleyişlerden, sevdalı in(ilti)lerden de Yüce Mevlâ’ya muhtemelen daha tez varılırdı.
Tuhaf Bir Açlık’la, dağlara tamamlanmak için koşanlar mevcuttu; biraz güneş, ziyalı gökyüzü toplanırdı. Yıldızlı haşmet, temaşa…
“Yollar hep Hakk’a ulaşsa” diye yalvarılırdı.
…
Önümüzde kanlı, ağrılı dağlar uzanırdı.
Uğrular, yol kesiciler.. Sabır, sabır… Aşkın sabrı, dağın sabrı, bazen sarpı, yolun sabrı.
Dağa çıkan; (soylu yüklerle) dağdan inen aşk ulağı…
Dağ(yol) fırtınalarında donanlar, ölenler, belalı hedeflerde, yüksek mekânlarda yanar dağların içine düşenler… Lav, buz püskürtenler…
Dağdaki g/izler.. mağaralar, dağ ç/ayları, zamanları…
“Durun kalabalıklar!” diyen dağlar!
İkazlar, muştular ki bazen yüreklerde dağ avazları çağıldar.
Biz sıradan insanlarda da ara sıra dağ etkileri gözükür; dağ havasına tutulurdu.
Ulu dağların eteklerinde serinlemek, alıp başını ötelere gitmek hayallenirdi.
Ancak, nefsaniyetimiz bir dağ olarak karşımıza dikilirdi ve ellerimizle besleyip büyüttüğümüz bu aşırı sivriliği aşmak gerekirdi.
Âdeta bir anlamda, özel dağına çıkan dağcılardık. Tırmanmak müşküldü, saklı tehlikeler, fırtınalar, tuzaklar bizi beklerdi.
Sevgili’ye giden yolda bazen sıradağları aşmak icap eder; fakat bazen de eşya silinir; her yer, her yan, O’na çıkar, O kesilirdi.
Kimi kez, hayatımıza, soylu bir dağın gölgesi düşer, yol gösterirdi.
Dağ türküleri söyleyen çobanlar, karanlıktan kurtaran çoban ateşi serinletirdi kimi defa.. ve seslerine kulak verilirdi.
Dağlar yürür müydü, yürütür müydü?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.