Cihad
(Hayatın Anlamı)
Cihad, cehd etmek, gayret etmek, her türlü zorluğa karşı göğüs germek, çalışmak gibi manalara gelir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Bizim uğrumuzda cihat edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.” Ankebût, 20/69.
Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle nefis, şeytan ve İslâm düşmanlarıyla mücadele eden ve onlarla savaşan müminlere elbette bize çıkan yolları göstereceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah ihsan sahibi kimselerle beraberdir.
Sahabe-i kiram da aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz gibi Allah yolunda hakkıyla cihat etmiştir. Mesela Halife Hz. Ömer (r. anh) şöyle diyor: “Üç şey olmasaydı, hemen ahirete göçmeyi isterdim. Bunlar, Allah yolunda sefere çıkmak, alnımı toprağa sererek secde etmek ve en güzel meyveleri toplarmış gibi sözün güzelini veren insanlarla sohbet etmektir.” “Ömer Rıza Doğrul, Asr-ı Saadet, C.5, s. 215.”
Söz konusu Halife bu veciz sözüyle hayatın anlamını üç sözcükte toplamıştır: İlim, namaz ve cihad. İnsan bu üç değere sahip olmak için yaşarsa hayatın bir anlamı olur.
Resul-i Ekrem (s.a.v.), vahiy tamamlandığı zaman Rabbine kavuşmuştur. Vakit gelince, Yaratıcısı tarafından kendisine dünyayı veya ahireti seçmesi teklif edilmiştir; O Rabbini tercih etmiştir. Çünkü vazifesi bitmiştir, artık yaşamasının bir anlamı yoktur. Dünyayı tercih etmiş olsaydı, kaybedenlerden olacaktı; çünkü Allah katındaki nimetler daha değerli ve kıymetlidir.
Kur’an-ı Kerim şöyle der: “Dinde önde olanlar, onlar öncüdürler. İşte onlar, (Allah’a) yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır. Nimetlerle- donatılmış cennetler içindedir.” “Vâkıa,52 / 10.11.12.”
İnsanın yaratılış gayesi, vahyi ayakta tutmaktır. Vahiy, ilim-irfan, ibadet- taat, zikir, mal ve can ile cihad ederek ayakta tutulur, bunlar olmadan olmaz; çünkü bunlar dinin rükünleridir. İşte Halife Hz. Ömer (r.anh), bu rükünlerle vahyi ayakta tutma nöbetini tamamlamak için yaşadığını ifade etmektedir. Aksi halde yerin altını tercih ederdim, demek istemektedir.
Cihad, İslam Dini’ne dünyanın kapılarını açar. Mekke’nin (m. 630) fethiyle dünyanın kapıları İslam Dini’ne açılmıştı. Bizanslılar, Fârisiler ve diğer kavimlerle cihadın yapılmasının sebebi budur. Tanzimat ile İslam’a dünyanın kapıları tekrar kapatıldı. Yani Kanun-i şer’i kaldırılarak yerine kanun-u ilmânî (beşerî hukuk) kabul edildi. Bunun sonucu ümmet dağıldı ve ümmeti oluşturan kavimler ulusallaşarak birbirine düşman oldu.
Ortadoğu’da kanın oluk oluk akmasının sebebi budur. Mesela Afganistan, Pakistan, Mısır, Irak ve Suriye’de neler olup bittiğine hepimiz şahidiz.
Şimdi ise ümmet, bu oyunu anladı, tekrar toparlanıp ayağa kalkmak istiyor; ümmeti yeniden diriltmek ve inşa etmek azmindedir. Buna ulusalcılar ve efendileri zihniyeti ve çıkarı gereği izin vermiyor. Tunus’ta krizin devam etmesi, Mısır ve Suriye’de kanın oluk oluk akmasının sebebi bu yüzdendir. Mesela Mısırlı İhvân-ı Müslimîn liderlerinden Muhammed el- Bilteci, “Rabiatul Adeviyye” meydanında şehid düşen 17 yaşındaki güzel kızı Esma için yazdığı mektup bu düşüncemizi teyit etmektedir. Mektubunda şöyle diyor: “…Bu ümmet, uygarlıkta hak ettiği yeri alabilsin diye onu yeniden diriltmek ve inşa etmek için sessizce yeni ufuklar arıyordun…” İslâm uleması, ciltler dolusu kitabı bu veciz sözü açıklamak için yazmış ve yazmağa devam etmektedir.
Mısır’da İhvan liderlerinden Dr. Muhammed Mursi üç sene önce seçimle iş başına gelmişti. Bir sene sonra askeri darbeyle devrildi. Mısır halkı bu durumu protesto etmek için, “Rabiatul Adeviyye” meydanında bir aydır oturma eylemi yapıyordu. Asker bu direnci kırmak için binlerce kişiyi orada şehid etti. Esma’da keskin nişancının açtığı ateşle orada şehid düştü.
Tarihe dönüp bir bakalım; dünyanın kapıları İslâm’a açıldığı zaman müşriklerin birçoğu Müslüman olmuştur. Mesela Mekke müşrik Şehir- Devleti’nin başkanı Ebu Süfyan, Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuştur. Bunun gibi birçok müşrik ve birçok kabile iman etmiştir. Bu güzide insanların azim ve sebatıyla kısa bir müddet zarfında Arabistan yarımadası İslâm topraklarına dâhil edilmiştir. Mesela Halife Hz. Ömer zamanında hızlı bir şekilde İslâm Coğrafyası’nın sınırları genişledi. İran ve Horasan fethedildi…
Nasr Süresi bu durumu ne güzel anlatıyor:
Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla.
1. Allah'ın yardımı ve zaferi geldiği,
2. Ve insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit,
3. Rabbine hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.
Şehid Esma gibi bu ümmet, uygarlıkta hak ettiği yeri alabilsin diye onu yeniden diriltmek ve inşa etmek için sessizce yeni ufuklar aramaya devam etmek dini bir vecibedir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır.” Tevbe.9 / 20.
İlim, insanlık için bir ışıktır. Cenab-ı Allah şöyle buyurur: “(Allah) kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp- düşünmez.” Bakara, / 269.
Namaz da öyledir. Cihad namazla güç kazanır. Resul-i Ekrem şöyle buyurur: “Namaz müminin miracıdır.”
Diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulur: “Müminin Yaratıcısına en yakın olduğu an secde anıdır.”
Bu üç değerin kıymetini bilen mümin, emr-i hak vaki oluncaya kadar Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz gibi Allah yolunda hakkıyla cihat eder. Hoşça kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.