Ahmet Güldağ

Ahmet Güldağ

Anlamlı Fıkralar

Anlamlı Fıkralar

Her zaman bir olay veya oluşumun müşahedesini anlatmak, okuyucuya sıkıntı verebilir düşüncesi yanında…
Mevlâna İhtifali günlerinde suya sabuna dokunmadan ama…
Anlamı olan fıkralardan sunayım dedim.
***
Kabağın da sahibi var!
Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir…
Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
“Vur usturayı berber efendi”, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir.
Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
“Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım”, diye kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup ama korkusundan. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.
Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
“Kabak aşağı, kabak yukarı.”
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir
ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür.
Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
“Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?”
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
“Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir
sahibi var. O gücenmiş olmalı!”
Evet, siz affetseniz veya af çıkaralar olsa bile.
Ensemiz de poza pişiren veya pişirmeye çalışan sahte kabadayıların(!).
Kabağın da bir sahibi olduğunu…
O Yüce sahibin de affetmeyeceği şeyin kibir ve kul hakkı yemek olduğunu unutmaya başlayıp, koltuklarına, makamlarına, rantlarına yapışanlar…
Anlayabilirler inşallah.
***
Kadı Efendi
Kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş. Vitrinde, güveç içinde nar gibi kızarmış,
Sahibini bekleyen nefis bir ördek var. Fırıncıya
“Ben bunu aldım” demiş.
Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş.
Az sonra ördeğin sahibi gelmiş “Hani bizim ördek?”
Fırıncı boynunu büküp, “Uçtu” deyince…
İş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış... Bir duvardan atlarken, bilmeden öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş.
Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış...
Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak kadının karşısına çıkarmışlar.
Kadı sırayla sormuş... Ördeğin sahibi, “Bu adam ördeğimi hiç etti” diye şikâyet etmiş.
Kadı, fırıncıya sormuş:
“Ne yaptın bu adamın ördeğini?”
Fırıncı “Uçtu” demiş.
Kadı, kara kaplı defterini açmış:
“Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar “Uçar'” anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil' diyerek fırıncının beraatına karar vermiş.
Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş...
Onun şikâyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş:
“Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla...”
Davacı, “Ne olacak?” diye sorunca Kadı;
“Şimdi” demiş, “Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.”
Tabii gayrimüslim şikâyetinden hemen vazgeçmiş ve fırıncı bu davadan da beraat etmiş.
Çocuğunu kaybeden kadının kocasına da kadı,
“Tamam” demiş, “Karını vereceksin. Bu adam yerine yeni çocuk koyacak.”
Böyle olunca fırıncı bu davadan da kurtulmuş.
Kadı dönmüş Yahudi'ye:
“Senin şikâyetin ne?”
Yahudi ellerini açmış, “Ne diyeyim kadı efendi” demiş,
“Adaletinle bin yaşa sen e mi?”
***
İki yolcu
Bir yolcu akşam vakti dağ yollarında giderken, arkadan gelen bir başka yolcu kendisine yetişmiş, arkadaş olmuşlar. Geç vakit bir hana varmışlar..
Hancıdan yiyecek bir şeyler istemişler. Hancı.: “Sadece iki balığım kaldı.
Onları pişirip getireyim”, demiş
Balıklardan biri büyük, öteki küçükmüş. Hancı, balıkları pişirip getirdiğinde, yolculardan biri hemen büyük balığı alıp tabağına koymuş. Doğal olarak, öteki suratını asmış.
Büyük balığı alan sormuş:
“Ne surat ediyorsun? Sen olsan hangisini alırdın?”
“Ben olsam küçüğünü alırdım”, diye cevap vermiş. Beriki.
“İyi ya işte, demiş. “Küçük balık yine sana kaldı. Surat etmene ne gerek var?”
Kıssadan hisse: Büyük götüren büyük bahane üretmekte de ustadır...
 ***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
***
Not: 16 Aralık Cuma günü Saat: 11.00’de KON TV Hanımeli Programında nostalji yaşamda konuşmam olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Güldağ Arşivi