15 Temmuz Sendromu
15 Temmuzda geçmiş darbelerde olmayan ve benzerini Ortadoğu ve Afrika ülkelerini kötülemek için yaptırılan filmlerdeki gibi tüfek, tank, savaş uçağı ve helikopterlerin kullanıldığı bir darbe süreci yaşamıştık.
Vatandaşlar başlarda kalkışma olarak tanımlanan hareketi neredeyse naklen yayınla izlerken, ilk saatlerden sonra silah kullanmaktan çekinmeyen zalimlere karşı silahsız bir şekilde meydanlara çıktılar ve yine bir ilk olarak darbeyi akamete uğrattılar.
Özellikle ordu içindeki yapılanmasıyla kanlı bir darbeyi planlayan informel bir şebekenin, zorla devleti ele geçirme ve hâkimiyet kurma çalışması, önceki darbeler gibi üzerine gidilip aydınlatılmadan tarihin karanlıklarına terk edilmiştir.
15 Temmuzun üzerinden geçen bunca yıla rağmen, süreç hala artçı sarsıntılar diyebileceğimiz münferit soruşturma ve göz altılarla devam ediyorsa, 15 temmuz sendromu devam ediyor demektir..
Esasında darbenin ne olduğu ve nereden geldiğini anlamak ve açığa çıkartmak kolaydı ama, Türkiye zor olanı seçti ve tüm araştırmalar gerçeği ortaya çıkarmamaya planlandı.
15 Temmuz darbe sürecinde bilgisi ve muhtemelen dahli olduğu anlaşılan Amerikan yönetiminden Barack Obama’nın, darbenin üzerinden 2 ay kadar bir zaman geçince sarf ettiği “Türkiye siyasî ve sivil bir deprem yaşadı” şeklindeki ifadesi aslında yaşanan süreci öncesiyle sonrasıyla açıklamaya yetiyordu.
FETÖ denilen kötülük üreten yapı nasıl oldu da dini bir yapıdan, silah kullanacak ölçüde radikalleşen bir terör örgütüne dönüştü diyenler yanılıyorlar.
Çünkü 1950 yılına kadar İslam’ın bir kenara itildiği ve zorba laikçi bir siyasetin izlendiği tek pati yönetiminin ardından yaşanan kısmî serbestleşme sadece dindarlığın açıkça yaşanabilirliğini ortaya çıkarmamıştır.
Parti devletinin dayatmacı seküler laik rejimi içinde geçen çeyrek asırlık sürede yürürlükteki baskıcı hukuk kuralları İslam Dininin tasavvufi hayat tarzı olan tarikatların büyük ölçüde yeraltına çekilmesi yanında dış tesirlere açık hale gelmesine de sebep olmuştur.
DP iktidarı döneminde faaliyetlerini sürdüren Bektaşilik, Alevilik ve Mevleviliğin hayli dar ve kontrollü bir çevrede halka açık faaliyetlerine izin verilmesi diğer tarikat oluşumlarının da tedricî bir şekilde büyümesine ve eskisi kadar olmasa da tesirlerinin de artmasına sebep olmuştur.
Cumhuriyet rejiminin sekülerleşerek modernleşme ve demokratikleşme sürecinde toplum hayatında öngörmediği yapılar olan tarikatların, farklı muhteva ve mahiyetlere dönüşerek cemaatleşme yolunu seçtikleri görülmüştür.
Bu cemaatleşme süreci tarikatların mensuplarını seçerken uyguladıkları kadim usullerinden pek çoğunun terk edilmesi ve gözden ırak tutulmasını getirmiş olması nedeniyle bünyelerine içten ve dıştan sızmaların olmasına neden olabilmiştir.
Osmanlıdan beri Türkiye’yi atayacağı bir genel vali ile kendine bağlı bir eyalet olarak yönetmek ve bu vesile ile Ortadoğu’da tek söz sahibi olmak isteyen İngiltere’nin uyguladığı emperyalist planlarının 1947 den itibaren ABD tarafında uygulanıyor olması cemaatlerin ele geçirilmesini kolaylaştırmıştır.
Türkiye’yi küçük ABD yapmak tavrıyla ortaya çıkan siyasetçilerin iktidarında ABD nin ağırlığının artması ile cemaatler ve tarikatlar siyasete entegre edilmişler ve kendi içlerinde yaşadıkları dönüşüm sonrasında birer ekonomik güç olma yoluna girmişlerdir.
“Para alan emir alır” prensibinin geçerliliğiyle cemaatlerin başı sonu belli olmayan zenginleşmeleri dış müdahalelere açık olan yapılarının nerede ise tamamının ele geçirilmesine neden olmuştur.
15 Temmuzdan bu kadar zaman geçtikten sonra hala FETÖ ye dönük operasyonların yapılıyor olması tamamen çökertildiği söylenen örgütün çökertilemediğinin delilidir.
Bu anlamda 15 Temmuz, hem FETÖ açısından, hem de öncesi ve sonrasında 15 Temmuz ile yüzleşemeyenler açısından, bir ihanettir.
FARKINDA MIYIZ?
Darbenin aslî faili olan FETÖ nün oluşumu için söylenen komplo teorilerinin ve üst akıl denilen büyük güçlerin veya derin devletin maşası olma iddialarının şimdilerde İslam’ın tasavvufi yaşama şekli olan diğer tarikatlarda da olduğu iddiası tartışmalıdır.
Çünkü diğer tarikat yapılanmalarının mensupları üzerinde dünyevî ya da uhrevî, maddî ya da manevî değerler üzerinde bir kontrol kurduğu görünüyorsa da, FETÖ de olduğu gibi gayrı resmî, hiyerarşik bir dinî teşkilata dönüşme iddiası gerçek dışıdır.
Bunun nedeni tarikatların inançları ve yapıları gereği şeyh efendilerinin FETÖ de olduğu gibi takipçiler için bir canlı efsaneye dönüşmelerinin mümkün olmamasıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.