Üst kimlik problemi
Bugün dünyâda devletleri yönetenler idâri, hukûkî ve maddî imkanlarını kullanarak ülke çatısı altında yaşayanları kendi anlayışlarına göre değiştirme ve dönüştürme gayreti içindeler. Kimi devletler bunu görünür-görünmez yasalarla yapmaya çalışırken kimi devletçikler bunu alenen hiç çekinmeden mevcut resmi tüm unsurları çiğneyerek yapıyorlar da maalesef bir şey diyemiyorsunuz.
Halbuki geleneksel toplumlarda ve kadîm bir mâziye sâhip devletlerde “resmi üst kimlik” gibi bir takıntı yoktur. Meselâ, İslam medeniyetine bakıldığında kurulan devletlerde Müslimler ve gayrı Müslimler herkes kendi özel alanlarında kendi dînî inanış ve yaşantılarına uygun bir biçimde hayatların yaşar, rahatlıkla ibâdetlerini istedikleri çerçevede ifâ ederlerdi. Hatta devlet bunu sağlamanın teminâtı idi. Bir de şimdiye bakın! Bizzat insan hakları savunucularının memleketlerinde câmiler kundaklanıyor, ibâdet edilen mekanlardaki din görevlilerine ajan muamelesi yapılıyor. Mülteci Müslümanlar hor görülüyor, malları ve dahi çocukları ellerinden alınıyor. Nerde kaldı hak-hukuk-eşitlik anlayışı?
Bugün revaçta olan ulus-devlet anlayışı parlatılarak insanları, tek tipçi güyâ ‘eşit yurttaş’ safsatasıyla oyalayıp eski geleneksel herkesi kucaklayıcı devlet anlayışını değiştiriyorlar. Modern ulus devletler bu şekilde tasarladıkları ‘yeni insan üretme modeli’nin sunulduğu zeminlerde, ülkede yaşayanları, kendi ürettikleri yanlışların içinde eritmeye yönelik yeni yeni kavramlarla kendilerinden farklı olanların en tabi haklarını ellerinde alıyorlar. Yirmi birinci yüzyılda böylesi bir özgürlük anlayışı olamaz.
Farklılıkları koruyamadığın takdirde o zaman otoriterlik yâni dayatmalar başlar. Bizde de bir zaman ‘kamusal alan’ dayatması çıkarılmış ve kendi öz yurdumuzda bizleri parya hâline getirmek istemişlerdi, Şükür geçtik o devirleri, daha iyisi olsun isteriz. Eğer devletler “İslam” dışında bir ‘üst kimlik’ seçeceklerse muhakkak diğer kimlikte olanları baskı altına alır, istenmeyen çeşitli yöntemlerle farklı kimliklerde olanları asimile ederler. Geçmişte ülkemizde insanlar Kürt kimliklerini saklamışlar kendi anadillerini konuşamaz olmuşlardı. Ancak Osmanlı da her çeşit ‘üst kimlik’teki insanlar senelerce ayni çatı altında rahatlıkla huzur içinde yaşadılar.
Şimdi Kuzey Irak Kürdistan’ında Kürt kimliği resmîdir. Oradaki Türkmenler, Araplar, Ezidiler, Süryâniler ya yurtlarını terk ediyorlar ya da Kürtleştiriliyorlar. Geçtiğimiz dönemlerde Erbil’de üç dil (Türkçe-Kürtçe-Arapça) bilen yöre insanı şimdilerde sâdece Kürtçe konuşabiliyor. Vâr olan kimliklerdeki asimile yâni Türkü Kürtleştirme, Kürdü Türkleştirme vs. ulus devletlerin temel felsefesidir.
Örneğin, Hıristiyanlığı resmi kimlik seçerseniz, herkesi Hıristiyanlaştırmaya yönelirsiniz. Yahudiliği seçtiğinizde İsrâil’deki gibi Filistinli Müslümanları ikinci sınıf insan yerine koyarak olmadık baskılar yaparak zulüm icra edersiniz. Budizm’i ‘üst kimlik’ seçerseniz işte Arakanlı Müslümanlara yapılanları sergileyenler ortada. Demek ki burada yanlış işleyen bir sistem var. Maalesef şimdiye kadar bize özenle takdim edilen Batı ve değerleri artık iflas etmiştir. Bu arada İran’ı ve Suud’u da anmadan geçemeyiz. İran Şiilik’te, Suud’da da Vehhabi zihniyetinde benzer ‘üst kimlik’ problemleri mevcuttur.
Fakat “İslam”ı ‘üst kimlik’ seçtiğinizde bunların hiçbirisi olmaz. Zira;
En son ve en mükemmel din “İslam”da -dinde zorlama yoktur- prensibinden hareketle devlet çatısı altında yaşayan gayrimüslimler asla Müslümanlaştırılmaya çalışılmazlar. Onların düşündüklerini ifâde etme hürriyeti vardır ancak ikna, karşılıklı fikir alışverişi, müzâkere, diyalog yolları esastır. Hakâret, şiddet, teröre dâvet yasaktır. Zâten bu her inanışta böyledir. Her etnik gurup kendi dilini, dînini, kimliğini korur, kullanır, zorâki bunlardan vaz geçmeye zorlanmaz. Bu zulümdür. Şimdi bakın Arakanlılar öz yurtlarında sırf farklı ‘üst kimlik’leri yüzünden diri diri yakılıyorlar, ne içler acısı vahşetlere sahne oldular. Bu durum karşısında zâlim hümanistler kıllarını kıpırdatmadılar sâdece kınamakla yetindiler.
Yüce dîni “İslam”da, ülke içinde yaşayanların ortak paydası; -Dâima iyiliğin hâkim olması (mâruf), kötülüğün (münker) ise önlenmesi hakikatinin tesisi esastır. Yine adâletin, hak eşitliğinin tüm etnik kimliklerde uygulanması ve hak ihlallerinin kişilerin statüsü ne olursa olsun olmaması konuları esastır.
“İslam” dışındaki bütün ‘üst kimlik’lerde herkes başkalarını kendine dönüştürmeyi ister, istemekle kalmaz baskıyla-zorla dönüştürür. Sâdece “İslam” kişinin ‘üst kimlik’ seçimini serbest ve özgür bırakır hatta onu güvence altına alır. Bu ne muhteşem bir anlayıştır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.