Türk Sanat Müziğini yasaklama vb. günleri
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte yeni yönetim, geri kalmışlığın, yenilmişliğin, parçalanmışlığın nedeni olarak topluma sunduğu Osmanlı geleneğine ait gördüğü her şeyden uzaklaşmaya çabalar. Yöneticiler, “Geri kalmışlığa” ait olarak görünen her şeyin değiştirilmesine yönelik bütün çabaları –bazen toplumun değerlerini bir tarafa iterek- göstermekten çekinmez. Bu hareketin en genel ifadesi “batılılaşma” (Halbuki Atatürk’ün “Muasır medeniyete ulaşmak” yani ileri medeniyet sözü yeni yazı nutuklarda bile çıkarılmıştır) sözcüğüne yüklenen anlamlarda gizlidir
Ancak ilerleyen zaman, bazı uygulamalara verilecek adın bu terimin ötesine geçtiğini trajikomik örneklerle gösterecektir
***
Arap filmlerine getirilen Arapça gösterim yasağından kısa bir süre önce, Türkiye radyolarında yaklaşık üç yıl süreyle Türk Sanat Musikisi eserlerinin çalınması yasaklanır. Türkiye’de 2 Kasım 1934’de aynı zamanda CHP Genel Sekreteri olan, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya bir genelge yayınlayarak bu uygulamaya geçilmesine neden olur: “…Radyo programlarından alaturka musikinin tamamen kaldırılması ve yalnız Garp tekniğiyle bestelenmiş musiki eserlerimizin Garp tekniğini bilen sanatkârlar tarafından icra edilmesi…”. Böylece 1927 yılından beri Türkiye radyolarında çalınmakta olan Türk Musikisi yayını ortadan kalkar. Atatürk’ün sevdiği şarkılar bile yasaklanmıştır.
Yüzlerce yıllık geçmişin birikimini içinde barındıran bu saygın musiki, değişim geçiren yeni devletin bazı yöneticileri için eskinin yüz çevrilecek mirasından başka bir şey değildir…
***
Ancak radyolarda bu uygulamanın başlamasıyla şaşkına dönen Türk halkı, sabah – akşam çalan ve genel olarak hiçbir şey anlamadığı Klasik Batı Musikisine alternatif arayışlarına yönelir. Böylece kısa sürede Türkiye’de radyo bulunan birçok ev, radyolarının istasyonlarını güneye, Arap radyolarına yönlendirmeye başlar
Radyolardaki bu yasaklamanın ardından hemen her yerde Arap musikisi nağmeleri yükselmeye başlar. Bu dönemde radyonun insanlar için tek haber ve eğlence kaynağı olduğu düşünülürse, devletin bu uygulamasının batılılaşma hareketine hız katmak yerine, “sessiz karşı duruş” olarak adlandıracağımız biçimde doğuya yönelime neden olduğu açıktır. Bu Klasik Arap Musikisinin Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’ye ilk büyük -ve beklenmedik- girişidir denebilir.
Hafız Burhan’ın “Aşkın Gözyaşları” filmdeki besteleri Türkçe sözlerle plağa okuması, yeni bir başarıyı beraberinde getirir; plak Türkiye’de satış rekorları kırar[5]! Columbia Plak tarafından yayınlanan bu çalışmada yer alan şirket ve sanatçının adları, aslında şirketin, Muhammed Abdülvahab bestelerinin sunulduğu yapımı, yeni bir çalışma olarak gösterme çabasından başka bir şey değildir. Kuşkusuz şarkıların Türkçe sözleri ve büyük üstad Hafız Burhan, yorumlama açısından bir yeniliktir ancak, bestelerin Muhammed Abdülvahab tarafından yapıldığı unutulmamalıdır.
***
Türkiye’de bu filmlere oluşan büyük ilgi, birkaç yönüyle incelenmeye değerdir. Öncelikle Mısır filmlerinde Türkler, kendi kültürlerinden çok şeyi bulabilmişlerdir: Halkın çok yakın geçmişindeki giysileri (fesli, sarıklı erkekler, peçeli kadınlar), Arapça ezan sesleri (Türkiye’de ezanın Türkçe okunduğu yıllar), Şark’a özgü abartılı aşk acısının her türü ve Türkiye radyolarında üç yıl çalınması yasaklanan klasik makamlara uygun şarkılar…
***
Ancak, Türkiye’de halkın büyük teveccüh gösterdiği Mısır yapımı, konuları ve şarkıları izleyenleri gözyaşlarına boğan filmler, batılılaşmayı amaç edinen yönetim tarafından hiç de hoş karşılanmaz. Bunun birkaç nedeni olmalıdır: Öncelikle filmler, yönetimin kurtulmak istediği Ortadoğu’nun gündelik yaşamından görüntüler sunan sinema örnekleri olarak gelmektedir. Filmlerdeki fesli, sarıklı, çarşaflı insan görüntüleri, Türkiye’de kısa süre önce yapılmış kıyafet inkılâbı açısından eskiyi hatırlatan aykırılıklar olarak göz önüne serilmektedir. Yine filmlerde, değiştirilen alfabeyle yazılan yazılar da izleyiciye sunulmaktadır, bazı filmlerdeki dinsel temalar, laikliği yeni yeni ve güçlü bir biçimde uygulayan tek parti yönetimi için bir sorun olarak durmaktadır.
***
Türkiye’de yönetim, yukarda sayılan özelliklerin hepsinden öte bir konuda filmlere karşı önlem alma gereksinimi duyarak herkesi şaşırtır: Bir genelgeyle ülkede filmlerin Arapça sesli, Türkçe alt yazılı gösterimi yasaklanır. Hatay 1939 yılında anavatana, yapılan halk oylamasıyla katılır, Adana, Mersin, Urfa gibi güney ve güneydoğu illerimizde Arapça konuşan çok sayıda vatandaşımız vardır. Sinemalarda özellikle “Damnua’l Hub / Aşkın Gözyaşları” filminin ulaştığı başarı, iktidarın Arap filmlerine karşı kuşkucu duruşunu akıl almaz bir yasağa çevirir. Cumhuriyet Halk Fırkası 10. 02 1942 gün ve 8 / 44280 sayılı yazısı ile Mersin ve Adana’da Arapça filmlerin halkın Türkçeye olan ilgisini azalttığından bahisle İçişleri Bakanlığı’na “…Arap kültürü etkisi altındaki şehirlerde ahalinin, Arap filmlerinden etkilenerek Türkçeye alakasının azaldığı ve bu nedenle filmlerin Arapça yayınına yasak getirilmesi gerektiği…” şeklinde özetlenebilecek bir resmi yazı yazar[6]. Bunun ardından Matbuat Umum Müdürlüğü, hiç zaman kaybetmeden Arapça filmlerin özgün dillerinden gösterimini yasaklar
***
Bu yasakla birlikte, filmlerdeki Arapça okunan şarkılara Türkçe söz ve beste yazılmaya başlanır. Böylece bir Mısır filmi oynatılırken, Arapça şarkılara sıra geldiğinde yerine göre, Leyla Murad’ın, Ümmü Gülsüm’ün yerine mesela Müzeyyen Senar, bir Saadeddin Kaynak ya da Münir Nureddin Selçuk bestesini okur.
Ama radyolarda değil film ve konserlerde okurlar…
Kaybettiğimiz eşsiz sanatkarlardan Müzeyyen Senar ne diyor?
Maziye bir bakıver…
Neler neler bıraktık…
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
***
Kaynak: Murat Özyıldırım
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.