Tarihimizdeki Oluşumların Hakikati Bilinmeli (II)
Başlığını sunduğum oluşumların ilk kısmı 22.11.2010 Pazartesi günü yayınlanmıştı. Değerli okuyucularımız izlemişlerdir. İzleyemeyenler için link
(https://www.merhabahaber.com/yazar/Ahmet_Guldag/4191/Tarihimizdeki_Olusumlarin_Hakikati_Bilinmeli.html)
Bilhassa Mustafa Kemal Paşa ve sonra Atatürk soyadını da aldığı yaşamının devresinden sonra ki zaman içinde ki oluşumlar. Önceki yazımda da vurguladığım gibi “Tarih tekerrür eder” söylemi ve
“Tarihten ders alınmalı” sözü de. Lâf-ı güzergâhta kalıvermekte. Olduğu yanında, pek çok leh veya aleyhte olan anlaşma karar vb. gibi oluşumların iyilerini keserle kendilerine yontarken. Aleyhte ki oluşumlar Atatürk ve DP İktidarının devresine yüklediklerini belirtirken…
Yoğurdun akı hesabı İnönü devrini aklayıvermiş ve vermekte olup asıl hakikatleri öğrenmeliyiz demiştim.
Kaldığımız yerden devam edelim.
***
İnönü Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasının akabinde Mareşal Fevzi Çakmak ile anlaştığı gibi Atatürk zamanı Başbakanlık yapan ve normal istifasını veren Celal Bayar’ı tekrar Başbakan yapmıştır ama Atatürk’ün kurduğu ekipte olan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve dolayısıyla sonrada Bayar’a yolu gösterivermişti.
Kendini değişmez CHP Genel başkanı ve CHP tüzüğünü Anayasa kabulü olarak karar sonu birde daha sağlığında “Milli Şef” Payesini verivermişti.
Eeee, hani Cumhuriyet ve demokrasi havariliği nerede kalmıştı? Bu gün hala demokrasiyi biz kurduk diyen Elitler acaba Cumhura rağmen şeflik hâkimiyeti zamanlarını nasıl adlandıracaklar? Merak konusu.
Dün bunlar anlat(tr)ılmıyordu ama gözler açıldı kusura bakmasınlar.
Bunlarla da mı kalındı? Kurtuluş savaşı kahramanlarından başta Genel Kurmay Başkanı olan ve kendini de cumhurbaşkanlığı makamına oturtan Mareşal Fevzi Çakmak’ı yaş haddi kanunu çıkarıp gönderiverdi. Tabii Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşalarda nasiplerini almadan edemediler.
Önceki yazılarımda vurguladığım gibi İstiklâl kahramanı ve gerek Osmanlı gerekse TC zamanında Genel Kurmay Başkanı olan Mareşal, emekliğinde hastalanıp öyle “GATA” da falan değil bir hastane köşesinde yaşamını yetirirken Hükümet merasimi ve Top arabası üstünde değil…
Öğrencilerin, müzik yayınlayan İstanbul Radyosu’nu basarak susturmasını müteakip Teşvikiye’den Edirne Kapı Mezarlığı’na kadar eller üstünde götürerek Halk’ın sevgi merasimi içinde defnedilmiş oldu.
Ya bu gün bu makamların altlarda bile olabilenler nerelerde tedavi görmekteler düşünmeye değmez mi?
Sonradan Kemalizm denilen Atatürkçülükten dönüşün halen 1950 de DP’nin iktidar olması ile başladığı belirtilir. Hatta bilin(diril)ir. Halbuki yukarıda da vurguladığım gibi daha İsmet İnönü'nün 1938-1950 yılları arasında ki "Milli Şef" olarak geniş iktidar yetkileri ile devam ettirdiği yönetim sırasında verilen ödünler neticesi, esas Atatürk politikasından ayrılma döneminin başladığını müşahede ederiz..
Atatürk, “Yurtta Sulh Cihanda sulh” derken ondan sonraki dönemin de değil de DP devrinde antlaşmalar yapıldığı çoğu zaman vurgulan(dırıl)ır.
Hâlbuki altı ay sonra başlamıştır. Nitekim Türkiye, 12 Mayıs 1939'da İngiltere, 23 Haziran 1939'da da Fransa ile iki ayrı deklarasyon (bildirge) imzalamıştır.
Ne için? Bu deklarasyona göre taraflar "Akdeniz Bölgesi'nde savaşa yol açabilecek bir saldırı halinde, etkin bir biçimde işbirliği yapmayı kabul etme” oluşumudur.
Düşünelim kime karşı? Kim var bize düşman Akdeniz’de? Ama Fransa için Cezayir korkusu ve İngiliz Devletinin bekçilik yaptığı Süveyş Kanalı ve bir nevi hâkimiyetindeki Mısır’a gelecek saldırı için olduğu aşikâr olmuyor mu? DP’nin Kore savaşına asker göndermesini, o zamandan beri CHP elitlerinin ağızlarında olumsuzluk lafazanlıkları hâlâ dolaşırken bu halktan gizli dünyanın bildiği antlaşmalara ne demeli ki?
Zamanın Dış İşleri Bakanımız Şükrü Saraçoğlu bile İngiltere Büyükelçisi'ne antlaşmalarla ilgili olarak "Türkiye'nin bütün nüfuzunu Batı ülkeleri hizmetine verildiğini" belirtiyordu.
Bu antlaşma 2. Cihan Harbi başlayıp sürerken bile Almanlarla dostluk ittifakımız olduğunu söyleyenler yanılmakta. Çünkü bu deklarasyon 19 Ekim 1939 da "Üçlü İttifak Antlaşması" haline getiriliverdi.. ‘2. Dünya savaşı 1 Eylül 1939 da Polonya’ya hücumla başladı.
Hâlbu ki, daha 15 yıl evveli İngiltere "Türkiye’yi yok etmede kararlı olduğunu, Türklerin vahşi talancılar olduğunu belirterek onları Anadolu'dan uzaklaştırılacaklarını" söylüyor ve 1930 yılına kadar süren Kürt ayaklanmalarının hemen tümünü kışkırtıyordu. Halen aynı işlemde oldukları kanaati yerleşmiş durumda değil mi?
Bu "Üçlü İttifak Antlaşması" Söylenenlerin aksi ve halkın dostluk içinde olduklarını zannettikleri Almanya’nın tepkisi ile karşılaşıp Führer (Hitler) tarafından Türkiye’yi "İkinci derecede işgal edilecek ülkeler" grubuna kaydedivermişti. Öyle İnönü için “Harbe sokmadı. Babasız bırakmadı” denilen kurnaz siyaseti görülmüyordu bu adımlar da.
Böylece Türkiye'nin tarafsızlık politikasından uzaklaşmasına karşı çıkan sadece Almanya olmadı. Balkan devletleri ve Rusya da tepki gösteriverdi.
Türkiye için Rusya “Öncelikli tehdit” olurken Rusya da Türkiye’yi tehdit unsuru görüyordu. Bu hareket Atatürk’ün dış politika uygulamalarını sekteye uğratmanın ilk haberciliği yanında bataklığa da götürebilen yol oluvermişti.
Bağımsızlıktan çıkan –Hâlbu ki bağımsızlık serenatları söyleyen CHP elitlerine karşı- Türkiye Üçlü ittifakın bunalımı içine girmişti.
Türkiye’yi daha da zor durumlara götürebilen bundan sonraki zikzaklı antlaşmaların müşahedesine gelecek yazı da izlemeye devam edelim.
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
(https://www.merhabahaber.com/yazar/Ahmet_Guldag/4191/Tarihimizdeki_Olusumlarin_Hakikati_Bilinmeli.html)
Bilhassa Mustafa Kemal Paşa ve sonra Atatürk soyadını da aldığı yaşamının devresinden sonra ki zaman içinde ki oluşumlar. Önceki yazımda da vurguladığım gibi “Tarih tekerrür eder” söylemi ve
“Tarihten ders alınmalı” sözü de. Lâf-ı güzergâhta kalıvermekte. Olduğu yanında, pek çok leh veya aleyhte olan anlaşma karar vb. gibi oluşumların iyilerini keserle kendilerine yontarken. Aleyhte ki oluşumlar Atatürk ve DP İktidarının devresine yüklediklerini belirtirken…
Yoğurdun akı hesabı İnönü devrini aklayıvermiş ve vermekte olup asıl hakikatleri öğrenmeliyiz demiştim.
Kaldığımız yerden devam edelim.
***
İnönü Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasının akabinde Mareşal Fevzi Çakmak ile anlaştığı gibi Atatürk zamanı Başbakanlık yapan ve normal istifasını veren Celal Bayar’ı tekrar Başbakan yapmıştır ama Atatürk’ün kurduğu ekipte olan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve dolayısıyla sonrada Bayar’a yolu gösterivermişti.
Kendini değişmez CHP Genel başkanı ve CHP tüzüğünü Anayasa kabulü olarak karar sonu birde daha sağlığında “Milli Şef” Payesini verivermişti.
Eeee, hani Cumhuriyet ve demokrasi havariliği nerede kalmıştı? Bu gün hala demokrasiyi biz kurduk diyen Elitler acaba Cumhura rağmen şeflik hâkimiyeti zamanlarını nasıl adlandıracaklar? Merak konusu.
Dün bunlar anlat(tr)ılmıyordu ama gözler açıldı kusura bakmasınlar.
Bunlarla da mı kalındı? Kurtuluş savaşı kahramanlarından başta Genel Kurmay Başkanı olan ve kendini de cumhurbaşkanlığı makamına oturtan Mareşal Fevzi Çakmak’ı yaş haddi kanunu çıkarıp gönderiverdi. Tabii Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşalarda nasiplerini almadan edemediler.
Önceki yazılarımda vurguladığım gibi İstiklâl kahramanı ve gerek Osmanlı gerekse TC zamanında Genel Kurmay Başkanı olan Mareşal, emekliğinde hastalanıp öyle “GATA” da falan değil bir hastane köşesinde yaşamını yetirirken Hükümet merasimi ve Top arabası üstünde değil…
Öğrencilerin, müzik yayınlayan İstanbul Radyosu’nu basarak susturmasını müteakip Teşvikiye’den Edirne Kapı Mezarlığı’na kadar eller üstünde götürerek Halk’ın sevgi merasimi içinde defnedilmiş oldu.
Ya bu gün bu makamların altlarda bile olabilenler nerelerde tedavi görmekteler düşünmeye değmez mi?
Sonradan Kemalizm denilen Atatürkçülükten dönüşün halen 1950 de DP’nin iktidar olması ile başladığı belirtilir. Hatta bilin(diril)ir. Halbuki yukarıda da vurguladığım gibi daha İsmet İnönü'nün 1938-1950 yılları arasında ki "Milli Şef" olarak geniş iktidar yetkileri ile devam ettirdiği yönetim sırasında verilen ödünler neticesi, esas Atatürk politikasından ayrılma döneminin başladığını müşahede ederiz..
Atatürk, “Yurtta Sulh Cihanda sulh” derken ondan sonraki dönemin de değil de DP devrinde antlaşmalar yapıldığı çoğu zaman vurgulan(dırıl)ır.
Hâlbuki altı ay sonra başlamıştır. Nitekim Türkiye, 12 Mayıs 1939'da İngiltere, 23 Haziran 1939'da da Fransa ile iki ayrı deklarasyon (bildirge) imzalamıştır.
Ne için? Bu deklarasyona göre taraflar "Akdeniz Bölgesi'nde savaşa yol açabilecek bir saldırı halinde, etkin bir biçimde işbirliği yapmayı kabul etme” oluşumudur.
Düşünelim kime karşı? Kim var bize düşman Akdeniz’de? Ama Fransa için Cezayir korkusu ve İngiliz Devletinin bekçilik yaptığı Süveyş Kanalı ve bir nevi hâkimiyetindeki Mısır’a gelecek saldırı için olduğu aşikâr olmuyor mu? DP’nin Kore savaşına asker göndermesini, o zamandan beri CHP elitlerinin ağızlarında olumsuzluk lafazanlıkları hâlâ dolaşırken bu halktan gizli dünyanın bildiği antlaşmalara ne demeli ki?
Zamanın Dış İşleri Bakanımız Şükrü Saraçoğlu bile İngiltere Büyükelçisi'ne antlaşmalarla ilgili olarak "Türkiye'nin bütün nüfuzunu Batı ülkeleri hizmetine verildiğini" belirtiyordu.
Bu antlaşma 2. Cihan Harbi başlayıp sürerken bile Almanlarla dostluk ittifakımız olduğunu söyleyenler yanılmakta. Çünkü bu deklarasyon 19 Ekim 1939 da "Üçlü İttifak Antlaşması" haline getiriliverdi.. ‘2. Dünya savaşı 1 Eylül 1939 da Polonya’ya hücumla başladı.
Hâlbu ki, daha 15 yıl evveli İngiltere "Türkiye’yi yok etmede kararlı olduğunu, Türklerin vahşi talancılar olduğunu belirterek onları Anadolu'dan uzaklaştırılacaklarını" söylüyor ve 1930 yılına kadar süren Kürt ayaklanmalarının hemen tümünü kışkırtıyordu. Halen aynı işlemde oldukları kanaati yerleşmiş durumda değil mi?
Bu "Üçlü İttifak Antlaşması" Söylenenlerin aksi ve halkın dostluk içinde olduklarını zannettikleri Almanya’nın tepkisi ile karşılaşıp Führer (Hitler) tarafından Türkiye’yi "İkinci derecede işgal edilecek ülkeler" grubuna kaydedivermişti. Öyle İnönü için “Harbe sokmadı. Babasız bırakmadı” denilen kurnaz siyaseti görülmüyordu bu adımlar da.
Böylece Türkiye'nin tarafsızlık politikasından uzaklaşmasına karşı çıkan sadece Almanya olmadı. Balkan devletleri ve Rusya da tepki gösteriverdi.
Türkiye için Rusya “Öncelikli tehdit” olurken Rusya da Türkiye’yi tehdit unsuru görüyordu. Bu hareket Atatürk’ün dış politika uygulamalarını sekteye uğratmanın ilk haberciliği yanında bataklığa da götürebilen yol oluvermişti.
Bağımsızlıktan çıkan –Hâlbu ki bağımsızlık serenatları söyleyen CHP elitlerine karşı- Türkiye Üçlü ittifakın bunalımı içine girmişti.
Türkiye’yi daha da zor durumlara götürebilen bundan sonraki zikzaklı antlaşmaların müşahedesine gelecek yazı da izlemeye devam edelim.
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.