Seyahat ve Sanat: Konya
Her düşünen insan gibi, biz de hayatımızın değişmesi için sabırsızlananlardanız. An, zaman, mekan kavramları üzerinde kafa yormak kişiyi farklı yerleri görme heyecanına sürüklüyor. Mekan münhanisi içinde en büyük amilimiz sanat görüşümüze katkı sağlayan bir rota çizmektir.
**
Büyük mütefekkir, Türk edebiyatının önemli muharriri Tanpınar’ın “Dışarıdan gösterişsiz, içten zengin Anadolu çocuğu” olarak betimlediği Konya bozkırın çocuğu tarifine çok yakışır.
**
Bizim temayülümüz açısından şehrin kişi üzerindeki ilk tesiri, realite duygusundan uzaklaşmasıdır.
Destinasyon rotamızın ilk durağı olarak (acizane gönlümüzde farklı bir yer edinmiş olan) Eşrefoğlu beyliğinin eşsiz mirası var. Orta Asya'da Semerkant, Buhara gibi eski Türkistan şehirlerinde yer alan ağaç direkli camilerin ülkemizdeki en güzel örneği olan Eşrefoğlu Camii ile başladığımız yolculuğumuz günümüze ulaşabilmiş tek Selçuklu Saray yapısı olan Kubadabad Sarayı ile devam edebilir. Tarihi kıymetinin yanı sıra doğal güzelliği ve alana ışık tutan çini eserleri ile ünik bir yapıdır.
**
Mücerret ve müphem kavramlarla okuyucuları sıkmadan yolculuğumuza devam etmek istiyorum. Fakat 3000 yıllık tarihi dilim döndüğünce özetlemek isterim;
Hititler, Lidyalılar, Persler, Büyük İskender, MS 395 senesinde Romalılar Konya’da hakimiyet kuran toplulukların başlıcaları olmuştur. 7. yüzyılın başına geldiğimizde Sasaniler ve Emeviler geçici olarak Konya’nın hakimi olmuştur.10. yüzyıla kadar Bizans toprağı olan Konya, 1071 Malazgirt Zaferi ile kapılarını Türklere açmıştır.
**
Osmanlılar ve Karamanoğulları arasında paylaşılamayan şehir, 1513 senesinde II. Selim tarafından ele geçirilmiştir. Bu tarihten itibaren de şehir, Osmanlının önemli toprak parçalarından biri olmuştur.
Burada bir virgül koyarak Karamanoğlu dönemi yapılarına olan hayranlığımı belirtmek isterim. Bu yapılar hayret uyandıracak kadar çok olabilir fakat Hasbey Dârü’l-Huffâzı için satırlarıma kalp bırakıyorum.
**
Antik kentler, Medreseler, Camiler, Müzeler ve çok dikkat çekmeseler de su yapıları ile şehrin estetik yapısının içine girmek, yolculuğunuzu okuyarak zenginleştirmek isterseniz sizlere rehber olacak yol Tasavvuf ve İslam Mimarisi olacağı kanaatindeyim.
Mevlana’nın menkıbelerini Kubbe-i Hadra’nın avlusunda, Yunus’un beyitlerini Konevi’nin dergâhın da okuyarak, İnce minarenin kapısındaki ecdadın ibadet izlerini takip edip, Karatay medresesinin Kehkeşan gibi parlayan çinili tavanından veya Aziziye caminin camlarından vuran ışık ile yolumuzu buluruz.
**
Şems-i Tebrizi’nin “Ben Mevla’nın aynasıyım, o benim şahsımda kendi büyüklüğünü seyrediyor” meteforunu yaşamaya, Selçuklunun başkentine Alâeddin camisinden bakınca görkemli bir sultan çadırında ziyafete davet edildiğinizi hayal etmeye hazır mısınız?
**
Üstadımızın hayretini son satırlarımıza taşıyarak yazımıza son veriyoruz. ”Demek bu vatanı, o kadar meş’um hadiseler arasında, ihtiraslar, kinler, felaketlere rağmen fetheden ve orada yeni bir milletin, yeni bir dilin doğmasını sağlayan adamlar bu şehirde yaşadılar.” Ahmet Hamdi Tanpınar