Popüler kimlik, kültürel miras (2)
Sanat kendi dilini kendi mi icat eder yoksa ona bu anlamı biz mi yükleriz?
Her eser kendi şartları ile doğar, kendi coğrafyasının ve sanatçısının küllerinden. Esere anlam yüklemeden “lüzumsuz” yere düşmanlık duymak Vandalizm’in alt yapısını oluşturmaz mı?
Kendi kültürüyle hasbihal edemeyen sanatçı eserlerinde ruhsal kopuşlar yaşar mı?
Bu sorular bir şeyleri fark etmek için anahtar olabilir kanaatindeyiz.
İletişim çok yavaş olduğu zaman, değişimin ritmi daha da yavaş olmakta; her yeniliğin başka bir yenilik ortaya çıkmadan bütün toplumlara ulaşacak zamanı olmaktadır.
Değişim, aktarıma oranla çok daha hızlıdır, öyle ki bütün toplumlar birbirlerinden son derece farklılaşmaktadır. İletişim hızının değişim hızını geçmesiyle, yerleşim yerlerimizin bir önemi kalmamaktadır.
Bu farklılıkları sanat eserleri üzerinde somut olarak görürüz.
Günümüz iletişim araçları bizleri bir kültürel evrenden başka bir kültürel boyuta geçiriyor ve kültürlerin birbirleri ile uyumlu bir ilişkiye girmeleri gerekirken maalesef toplanma ve seferberlik alanı dışında işlev görmüyorlar.
**
Hangi bilgiye inanacağız, sürekli ve anındalık bunalımı içerisinde olana mı; hepsine mi, hiçbirine mi? Hiçbiri tüm gerçeği aktarmaz ama her biri kendi gerçeğini yansıtır. Ne kadar çok okursak-anlamaya çalışırsak ve ayırt etme yetisine sahipsek, işin özünü ulaşırız.
Sanatta uzlaştırmak, birleştirmek, benimsemek, yakınlık kurmak, yatıştırmak eylemleri bilinçli hareketlerdir, uygarlık hareketleridir, aklı selim bir tavır gerektirir; sonradan elde edilen, öğretilen, geliştirilen hareketlerdir. Sanatçılar akli selim, zevki selim bir tavırla olgunlaşır veya o süreç içinde boğuşurlar.
**
Bilgiyi süzgeçten geçirebilmek için bir muhayyileye sahip olmak gerekmektedir. Örneğin; Meddahlık geleneğini veya Nevruz kutlamalarını anlayabilmek bizim kültürümüze yakınlık duyanlar için kolay olabilir fakat izlenimcilik akımını özümsemeden, Manet’in ne yapmaya çalıştığını , felsefesini anlayamadığımız Goya’nın, El Perro’sunu da bilgi birikimi olmadan anlamlandıramayız.
Mevlevi Sema gösterilerinin mistik gücünü, Fikret Mualla’nın resme kattığı bohem etkisini, Çallı’nın doğaya olan bağlılığını anlayabilirsek sanatın , kültür ve popüler yaşam bağıyla nasıl bağladığını görebiliriz.
**
Her ne amaçla olursa olsun fikir ve sanat hayatı kendi öz kültüründen uzaklaştıkça açılan uçurum hiçbir felsefe ile kapanamamaktadır.
Bu verdiğimiz örnekler yazın alanı açısından kısıtlıdır, geliştirilebilir, genişletilebilir bizim bu konudaki sabırsızlıklarımızın hoş görüyle karşılanacağını düşünüyorum.
Son satırlarıma geldiğimde, tasavvur ettiğim ile sonuca geldiğim nokta aynı düzlemde ama yakın bile değildir maalesef. Söz çok… Zaman yetersiz... Fikirlerimiz yürümüyor, dans ediyor adeta ve biz bu dansa ayak uydurmakta zorlanıyoruz.
HAYAT KISA, SANAT UZUNDUR. HİPPOKRATES