Savrulmanın Böylesi
Türkiye’de Müslümanlar eliyle İslamcılık sistem karşıtı ve muhalif bir güçten küresel kapitalist sisteme uyumlu ve itaatkâr bir siyasal ideolojiye dönüşümü bu güne kadar yaşanmış olan en büyük savrulma olmuştur.
Tarih boyunca Müslümanları İslam’dan uzaklaştırabilmek için çok çeşitli sapkınlıklar ve saptırıcılar gelip geçmiş ama hiç birisi Müslümanın Müslümanlara verdiği zarardan daha büyük olmamıştır.
Bir zamanlar bazı Müslümanların ifadeleri arasında yer alan “Müslümanları iş başında iken Müslümanlar eliyle vuracaklar” sözü maalesef gerçek olmuştur.
Müslümanların yerleşik siyasal ve ekonomik sistemden daha fazla pay almaları gerektiğini ifade ederek 1980’lerin sonunda askeri vesayetten kurtulma adına Müslümanlar arası ilişkilerin merkezine parasal ilişkileri oturtan anlayışın bu savrulmanın başlangıcı sayabiliriz.
Müslümanların dünyevi dönüşümlerinin başlangıcını bu anlamda 200 yıl öncesine götürmekte mümkündür.
Savrulma ve dönüşümün kaba hatlarını değişik dönemlerden başlatmak mümkün olsa da Özelde Müslümanların genelde ise İslamcılık düşüncesinin sistem karşıtlığından vazgeçmesini neoliberal küreselleşme, postmodernizmin ve çok kültürlülük temelinde incelemek daha doğru olacaktır.
Müslümanların ve İslamcılığın yaşadığı dönüşümü bu dönemdeki İslamcı entelektüel çevrelerindeki temel tartışmalara hapsetmek sonuca ulaşmayı da engelleyecek bir unsurdur.
1980’lerin İslamcılığının Müslümanlar ile İslamcılığın 1980’lerden beridir yaşadığı dönüşümü hiçbir entelektüel tartışmaya girmeden adım adım yaşanan ve muhafazakâr ideolojiye dönüşen bir inanç değişimi olarak görmek gerekir.
Çünkü bu dönüşüm ve değişimin temelinde İslam ile siyaset arasındaki ilişkinin varlığını reddi mevcuttur.
Müslümanlar arasında İslam'ın belirli bir siyasi ve ekonomik model teklifinde bulunup bulunmadığı tartışması insanların sadece tercihlerinde değil inanç ve kabullerinde de değişimler meydana getirmiştir.
Bazı Müslümanların kabulleri İslam’ın din ve dünya arasında maddi ve manevi bir ayrım tanımazken diğer bazı Müslümanların kabullerinde din ve dünya ayrımı yapılarak her türlü laik siyasi organizasyona kapı açılmıştır.
Üstelik bu siyasi ve ekonomik savrulmalar İslam’ın ihyası adına da yapılmış durumdadır.
İslam’ın Kurucu nesli Sahabe Efendilerimizden(ra) beridir İslam'ın siyasi ve ideolojik konumunun katı kurallarla sabitlendiğini iddia eden Müslümanların dışlanarak siyasi yapının karakterlerine göre siyasi ve ekonomik cevaplar bulan reformcuların İslam'ın siyasallaşmaması gerektiği düşünceleri tercih edilir olmuştur.
İslam'da cihad, ekonomik ve siyasi yapı, demokrasi, seçim ve insan hakları gibi sorulara karşılık üretilen yeni nesil cevaplar 1980 lerden sonraki İslamcı geçinen kişilerin pozisyonlarının varlığını ve çeşitliliği ile birbirleri ile olan çatışmalarını göstermektedir.
Bunun sonucunda İslamcı siyasetin dönüşümünü savunanlar Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik açmazlara da cevap verememektedir.
Hâlbuki İslam’ı veya İslamcılığı bir siyasi sorun olarak değil de toplumsal ve siyasal olaylara karşı her türlü çözümleri içeren bir dini kurallar bütünü olarak kabul edebilselerdi, kafalarındaki ideolojik sorunlara çözümler bulabilecekler ve İslam’ı teolojik veya kültürel bir siyasi bir ideoloji olarak ele almaktan kurtulabileceklerdi.
FARKINDA MIYIZ?
Müslümanlar farklı coğrafi bölgelerde farklı ideolojik eklemlemelere meydan vermeden İslam ile siyasetin arasındaki ilişkiye siyasi bir ideoloji olarak yaklaşmadan dini emirin tezahürü olarak görselerdi siyaset ve ideolojik mücadelelerini daha doğru bir merkeze oturtabilirlerdi.
Hegemonik bir düzen içinde ve düzenin kurumları aracılığıyla başkalarına karşı kendilerini tek doğru yol ve tek meşru hareket olarak görmeleri de savrulmalarını artırmaktan başkaca bir işe yaramamıştır.
Bu hatalı durumdan çıkışın olup olmayacağı ise tamamen Müslümanların tercihleri ile belirlenecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.