Onlar nasıldı? Biz nasılız?
Son yazımızda Peygamber Efendimiz Aleyhisselâm’a olan sevgimizin ölçüsünü sınamamız gerektiğini ve sevgi merkezi olan kalplerimizin, O’nun sevgisiyle hemhal olmasını sorgulamıştık. Yine, bugünkü insanlık âleminin mevcut acınası hallerinin yegâne sebebinin sevgi, muhabbet, merhamet ve şefkat eksikliğinden hatta yoksunluğundan kaynaklandığına işâret etmiştik. Sevgi ama nasıl ve kime? Demiştik. Rebiyülevvel ayının rahmet Peygamberini çok sevmemiz gerektiğini pek çok önemli şahsiyetin O’nun sevgisiyle ölmez kişilikler hâline geldiğinden bahsetmiştik. Bugünde, zihinlerden silinmeyen o ölmez şahsiyetlerin kendilerine model aldıkları yıldız şahsiyetlerin (Sahabe Efendilerimizin) Rasûllulah’ın getirdiği prensiplere olan bağlılıklarını yazımıza konu edelim arzu ediyoruz.
Buyurun efendim başlayalım;
Peygamberliği ilan edilmeden önce muhteşem karakteriyle Arapların arasında yaşamış olan Rasûllullah aleyhisselam, örnek kişiliğiyle herkesi kendisine hayran bırakmıştı. O devirde cahiliye âdetleri son derece etkin olup Araplar içinde gerek şahsiyet ve ahlak olarak gerekse bilgi ve kültür yönüyle örnek tek bir kişi yetişmemişti. Ancak Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm’ın getirdiği ulvi vahiy prensipleriyle kendi süfli arzularının ve nefsi isteklerinin peşinde koşan, en çirkin işleri herkesin önünde işleyen bu arlanmaz insanlar belli bir müddet sonra kâinâtın en gözde davranışlarını işleyen birer insanlık timsâli hâline geldiler. Peygamber Efendimizin seçkin kişiliği, eşsiz ruhânî halleri, kutsî Kur’ân-î hakikatlerini tebliğindeki inanılmaz irşad metodu sâyesinde câhiliye devrinde en çirkin fiilleri işleyen o insanlar; ‘Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir.’ Sözüyle âdeta bu kutsî akisle yerdeki yıldız şahsiyetler oldular. Peki, nasıl böyle oldular? Ona bakmak lâzım!
Rebiyülevvel’in güneşi Rasûlümüz aleyhisselam vahyin ışığında tüm dünya insanlığına hak-hukuk-adâlet-doğruluk tevzi ederken yüreklere de sevgi, muhabbet, merhamet, şefkat tevdi etti. Zulüm, çirkinlik, âdîlik, kötülük yerine iyilik, güzellik, yardımseverliği yerleştirdi. O aleyhissalâtu vesselam insanlar arası kardeşliği, hoşgörüyü, namus ve iffet anlayışını yayarken, insanlığa hizmeti çevresine hayat gâyesi kıldı. O’nun gıpta edilen seçkin kişiliği etrâfında halkalananlar, Cenâb-ı Hakk’ın eşsiz Nebi’sinin hâliyle hallendiler. Bu vesileyle onlar yüce Yaratıcıya nasıl yaklaşılır? O’nun sevgisi nasıl kazanılır? öğrendiler.
Bu idrak onları, hayâtı bugüne kadar olduğundan farklı yorumlattı. Fikirlerinde hayır ve şer, iyi ve kötü netleşti. Olayları değerlendirme anlayışına değişik ulvi bir bakış açısı geldi. Onların gözünde dünya küçüldü, sonsuz hakikatler kıymetlendi. Meselâ, sahabe efendilerimiz nazarında yalnız kendini düşünme yâni bencillik, hep kendi nefsine yontma gibi şeyler çok küçük hesaplardı. Bugünkü tâbirle aşırı tüketim, çok yeme-perhiz, oburluk-obezite, lüks düşkünlüğü ve gösteriş merâkı onların anlayışında bulunmazdı. Onlar ebedi varılacak sonsuzluk dünyâsının hayalleriyle yaşıyorlardı. Açıkçası onlar dünyâya değil ahrete sevdâlıydılar. Yüce İslâm’ın tüm insanlığı aydınlatacak ve felaha kavuşturacak prensiplerini dünyâya yaymak için cihad yapıyorlar bunun için savaştan savaşa koşuyorlardı. Onlar ölümü dahi öldürmüşlerdi ve delicesine şehitliğe erişmeye çalışıyorlardı.
Hakikaten asrısaadet aslında bütün insanlığa bir ikramdır tıpkı Rasûllullâh’ın insanlığa bir ilâhî ikrâm olduğu gibi. Onlar câhiliye devrinin en inanılmaz yanlışlarını işleyen kişiler olarak azgın nefislerin çirkinliklerinde kurtulmuş hakkı ve hakikati doğru biçimde sorgularak hayâtı doğru yorumlayan örnek mü’minler hâline geldiler. Onlar bu dünyânın bir imtihan yeri olduğunun bilinciyle yaşadılar. İslâm’ı tebliğ için Çin’e değin gittiler. Peşi sıra gelenler de onların bu anlayışını devam ettirerek Endülüs’e kadar gitti. Şimdikiler Hakkı ve hakikatleri yaymayı yâni cihâdı terk ettikleri için bir türlü iflah olmadılar.
Onlar tüm işlerinde nefislerini değil “Hak rız’ası”nı öncelediler. Muhabbet, merhamet, şefkat ölçülerinde zirve misaller sergilediler. Yüce Rab Teâlâ’da onları hep muzaffer kıldı. Onlar Kur’ân’a ve Kur’ân’ın prensiplerine hayatlarını adadılar onlar için yaşadılar. Tek bir Kur’ânî prensipi terk etmediler, inandıklarından canları pahasına vaz geçmediler, tâvizler vermediler. Kur’ânî prensipleri yaşamak onların hayatlarının tek gâyesiydi ve bunun için çok büyük fedâkarlıklar yaptılar, yardan geçtiler serden geçtiler her şeyin ötesi candan da geçtiler.
Şimdi soralım başlığımızın sorusunu; “Onlar nasıldı? Biz nasılız?” Sorgulayalım kendimiz Müslümanlar olarak. Hayâta onlar gibi bakmadığımız için başımız sıkıntılardan, belâlardan kurtulmadığını anlayalım artık.
NOT: Yazılarımızın insicâmını bozmamak için değinmek istemiyorduk ancak bu 2.saldırı bizi de derinden sarstı. Gerek İstanbul-Beşiktaş’taki gerekse Kayseri’deki lânetli PKK terör örgütünün yaptığı hâin saldırıları nefretle kınıyor, şehitlerimize Cenâb-ı Hakk’tan rahmet, kederli ailelerine sabrı cemil, yaralılarımıza da âcil şifalar diliyoruz. Milletimizin başı sağ olsun. Bir ölür bin diriliriz. Hepimizin canı bu aziz vatana fedâdır. Bir daha tekerrür etmemesini temenni ediyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.