Şadan Sezgin

Şadan Sezgin

Öğretmenlik Meslek Kanunu

Öğretmenlik Meslek Kanunu

Öğrenmek; bilgi çağında marifet olmaktan çıktı.

“Öğretmen… Bütün dava ve gayesi ruh mimarlığı iken, kendi ruhu bomboş bırakılan ve kuru ilkeler ve ülküler klişelerinden hiçbir şey çıkmadığını ve çıkmayacağını her haliyle belli eden, sırf ruhundaki açlık yüzünden bir zümresiyle solculuğa kayan, yetiştireceği nesiller üzerinde hiçbir ölçüsü bulunmayan, müthiş bir tezat ve kargaşalık arzeden, sahipsiz ve müdir fikirsiz, hem kesesi, hem ruhu bakımından mağdur, mana sınıfı…” dedi, yaklaşık yarım asır evvel Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK.
Ülkemizde eğitim, sağlık ve kolluk hizmetlerini icra eden meslek erbapları bu işi maddiyat için yapmamalılar ve bu işleri yapanlara meslek erbabı yerine gönül erbabı denmeli. Bu hizmetler tamamen gönüllü ve kutsi bir ideal uğruna icra edilmeli. Ayrıca bu gönül erbaplarımıza en faydalı olacağı şekilde imkân ve maddi sıkıntı çekmeyecekleri bir ücret verilmeli. Bu ücret emeklerinin karşılığı değil, hizmetlerinin devamlılığı için olmalı. Zira kutsi amaçlara hizmetin bedeli, ücretle ödenmez.
Avukatlık Kanunu, SMMM ve YMM Kanunu ya da Yüksek Öğretim Personel Kanunu gibi öğretmenlerimiz için de özel bir kanun hazırlanması düşünülüyormuş.
Ülkemizin üç ayrı üniversitesindeki eğitime şahit olmuş birisi olarak bu kanunun akademik personeller için çıkarılan kanunlar gibi olacak olması; eğitime fayda sağlayamayacağını düşündürüyor bizlere.
Ülkemizde ise yeni gelişmeler oluyor. Devlet yöneticilerimiz mevcut sistemi en iyi hale getirmek için o sistemi icra edenlerden fikir almak istiyor. Bu sıralar bu uygulamayı ülkemizin en mühim bakanlığı olan Milli Eğitim Bakanlığı yapıyor; öğretmenlerden çıkarmayı düşündüğü meslek kanunu ile ilgili. Tabi bizler öğretmen olmamakla birlikte hepimiz onların tedrisatından geçtiğimiz ve çocuklarımız da onların tedrisatından geçeceği için ve bu konu ülkemizi ilgilendiren mevzu olduğundan bizlere de bir söz hakkı doğurduğu kanaatindeyiz. “Tek bir ses hiçbir şeyi çözmez, hiçbir sonuca ulaşmaz. Hayat ve varlık için asgari olan, iki sestir” dedi, Bakhtin.
Bakanlığımızın bu uygulaması; eleştirmenin ne kadar kolay, yol göstermenin ise ne kadar zor olduğunu gösterdi bizlere. Bizi eleştirin deseydi ne güzel olurdu! Sayfalar dolusu yazıyı, kaleme alıverirdik bir çırpıda.
Bakanlığımızın düşündüğü kanun; öğretmenlerimizin özlük haklarını konu alan bir metin mi olacak? Yoksa eğitim sistemini yeni baştan kuran ve asgari yüz yıllık bir plan mı olacak? Asıl önemli olan husus budur.  
Kanun numarası, kabul tarihi, resmi gazete tarihi ve sayı numarası, tanımlar, giriş, haklar, ödevler, istisnalar, muafiyetler, amaç, konu, mesleğe giriş şartları, umumi şartlar, hususi şartlar, aylıklar, ek göstergeler, derece yükseltilmesi, kademe ilerlemesi, ek ders, emeklilik yaşı… gibi standart metinde kalacaksa kanun, uğraşmaya gerek olmadığı kanaatindeyim. Çünkü öğretmenlerimizin özlük haklarını maddi yönden iyileştirmek için yeni bir kanun hazırlamaya gerek yok. Devlet Ebed Müddet’in son halkası olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yöneticilerinin iki dudağı arasından çıkacak olan üç ögeli basit bir cümlenin oylanarak mevcut kanuna ek madde olarak getirilmesiyle halledilecek konulardır bunlar. Devletimiz bu imkâna ve bu kudrete sahiptir.
“İlim sahaları çöllenir oldu” dedi, Üstad Abdurrahim Karakoç. Bizim; çölleşen bu ilim sahaların içinden vaha çıkarıp sonra da onları ormana dönüştürmemiz gerekiyor. Böylece insanlarımız serap görmemiş olur ve serap sadece bir hanım ismi olarak kalır hafızalarımızda.
Eğitimde asıl mesele öğretmenlerimizi ve öğrencilerimizi, öğreten ve öğrenen durumundan çıkarıp; onların düşünen, akleden ve üreten bireyler konumuna gelmelerini sağlamaktır. Dünyamızda internet çağının olduğu bu dönemde bilgiye ulaşmak artık çok kolay; öğrenmek de öyle. Gençlerimize ham bilgi verme yerine bilgiye ulaşmayı ve neyin nerede olduğunu öğretmemiz gerekmektedir.
Her şehrimizde nüfusa oranlı olarak ve kabul edilebilir seviyede okullarımız tarafından edebi, ilmi, kültürel, bilimsel konularda; milli ve ahlaki değerlerin ışığında yayınlar çıkarılmalıdır. Bu yayınların içindeki metinler öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz tarafından hazırlanmalıdır. Bu yayınlardaki konular serbest olup her öğretmen ve her öğrenci ilgi duyduğu alanda veya kendi alanında eserler kaleme almalıdır. Bunda amaç düşünen ve üreten insan yetiştirmektir.
Üretmek için düşünme aşaması, yoğun emek gerektirdiği için insanlarımızın vakit yönünden desteklenmesi ve gereksiz yüklerin de asgari seviyede olması gerekir. Bunun için öğretmenlerin haftalık ders yükünü ona göre ayarlayıp, öğrencilerimizin de mühim dersler dışındaki derslerinin seçmeli olmasını sağlamak gerekmektedir. Tabi maddi imkân olmadan da üretim ve hizmet olmuyor. Devlet imkânlarını bu yönde de yoğun şekilde kullandırmalıdır. Mahalle aralarına börekçi dükkânı açan müteşebbislerimizi ve devletten aldığı hibe krediyi üç ayda batıran ticaret tecrübesi sıfır olan üniversiteden yeni mezun gençlerimizi; desteklemek kadar önemlidir bu husus da.

Zorunlu eğitim süresi asgari seviyede tutularak; meslek erbabı yetişmemesinin, eğitim kalitesinin düşmesinin ve kontrol edilemez şekilde okulları yoğunlaştırmanın önüne geçilmiş olunur. Ayrıca öğrencilerimize askeri usul ile nöbet tutturma olayına da bir son verilmeli. Öğrencilerimiz derslerinden geri kalmamalı.

Eğitim sistemimiz her tür ideolojiden uzak tutulup; milli kimlik, milli kültür çizgisinde uluslararası düzeyde en donanımlı müfredatı hazırlamak gerekir. Hazırlanan müfredat sabit olmayıp zamanın gelişimine göre kendini geliştiren canlı bir yapı olmalıdır. Ayrıca eğitim sistemimizdeki genel ifadelerin, genel kabullerin tekrar gözden geçirilip yanlış olanların düzeltilmesi gerekmektedir. Ele alınması gereken ilk genel ifade ise; yarıyıl tatiline “15 tatil” denmesidir. Bugüne kadarki bütün yarıyıl tatilleri hep 16 gündü!

Gelecek vadeden vasıflı öğrencileri belirleyen yetenek avcısı öğretmenler yetiştirmemiz gerekiyor. Keskin zekâlı, güzel düşünen, güzel gören, duygusal yönü olan bu türden öğrenciler özel eğitime alınmalı. Her şey sayısal zekâ değildir. Zira “Zihni ya da kalbi üretiminiz, kariyer denen tek boyutlu cetveldeki puanınızı yükseltmiyor. Kafanızda çileleşen bir düşünce, avucunuza düşen bir hikmet pırıltısı, biyografiniz içinde bir yer tutmuyor” diyor, Gökhan ÖZCAN. Bizim bu yetenekleri de fark edip onları yetenekleri doğrultusunda geliştirmemiz ve bu yeteneklerin de bir değer olarak algılanması gerekiyor. Değer ölçülerimizi de tek boyutlu cetvelden kurtarıp çok boyutlu cetvele dâhil etmemiz gerekiyor.

Bir de şöyle düşünün: “Çoktan seçmeli sınav sisteminde yanlış cevapların kendilerine verildiğini gören şıklar ne hisseder”.
Üstün vasıflı eğitim neferleri, kaliteli eğitim sistemi, kaliteli müfredat, kaliteli ders kitapları ve kaliteli öğrenciler vasıtasıyla eğitim gelişecektir. Gelişen eğitim ile birlikte ülkemiz kalkınacaktır.
Ülkemizde tıp ilmi ileri seviyelerde. Bunun sebebi ise toplumumuzun en zeki çocuklarının tıp eğitimi almalarıdır. Bu zeki çocuklarımızın bir kısmını öğretmenlik ve sosyal alanlara yönlendirirsek; eğitim ve diğer alanlarda da ileri seviyeye geleceğimiz kanaatindeyiz.
Tabi her şey kanunla olmaz. Kanunları iyi icra eden yapı, o yapıyı destekleyen kadro ve o kadroyu destekleyen aileler lazım.
“Sürekli çiğnenen yerde ot bitmez. İnsan zihni; günümüzde sürekli ayakaltında kalan toprak gibi… Televizyon, internet vesaire ezip geçiyor. Bu yüzden kişi kendi fikirlerini üretemiyor, kendisi olamıyor” dedi, Ömer SEVİNÇGÜL Hocamız.
Ailelerimiz de çocuklarımızın zihnini korumakla bu yönden sorumludur. “Çocuklarınızı bir ruh konuşmasına çağırın. Onların sinir hücrelerini yeni sözcüklerle şaşırtın, beyinlerinde yeni kıvılcımlar çaktırın, zihinsel özürlü olmalarına izin vermeyin. Ruhların iğdiş edilmesine karşı durun. Televizyonunuzu kapatmayı unutmayın” dedi, Kemal SAYAR.
İhtiyacımız; sadece gönül erbaplarının özlük haklarını konu alan “Öğretmenlik Meslek Kanunu” değil, öğretmenlerimize ve öğrencilerimize en iyi imkânı sunan ve eğitim sistemini ihya edecek olan uzun soluklu eğitim seferberliğidir.
 “Yenilik; eskiyi aratmadığı müddetçe iyidir” dedi, Hekimoğlu İsmail.
“Hayat geriye doğru anlaşılır ama ileriye doğru yaşanır” dedi, Kierkegaard.
Zarf ve adres bizden, mazruf ve kelam sizden…
16 tatilden sonra görüşmek dileğiyle…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şadan Sezgin Arşivi