Nostaljideki Öğretim Hayatından
Geçenlerde yazdığım “Mekteb-i Sanayi’de dirsek sürenler...” yazım, okuyucularımızdan Telekom müdürlerinden emekli Makine Müh. Sayın Bahaddin Özler’i haylice duygulandırmış ki…
Akabinde aşağıda ki yazısını Mail ile gönderivermiş
Geldiği günlerde yazacaktım ama bazı günlük olaylar erteletmiş oldu. Bu gün sizlere gönderilen duyguyu ve bendenizin ve yaşdaş öğrencilerin yaşamlarından bir nebzecik nostalji sunayım dedim.
Bahaddin beyefendiye yazılarıma ilgi duyup lütfettikleri yazıyı sunarken kendilerine teşekkürlerimi iletmek isterim.
***
“Ahmet ağbi yazınızdan öyle etkilendim ki anlatamam. Her bir satır; 55’ine gelmiş bendenizi maziye götürdü. Babam rahmetli de bu okulun talebesi iken, Meram Köyceğiz’den yayan yapıldak gelir gider ama analığı kandilin yağını bitiriyorsun diyerek ders çalışmasına izin vermez. 3. veya 4. sınıfta tahsilini yarım bırakır. Yokluk, verilmeyen destek, o günün baskılı rejimi…
Emin olun bu günün diplomalılarını cebinden çıkarırdır bu okulun mezunları…
Şimdiki gençlik!!! Heyhat hayıflanmamak elde değil.”
***
Bendenizin anlattıklarına bu günün ellinin altındaki muhteremlerimiz inanmayabilirlerdi ama işte kendisi daha rahat bir ortamda öğrencilik yapan Bahaddin beyefendi babasının anlatımlarını hafızasına nakşetmiş.
Bu gün “biz şöyle… biz böyle yönde… cağız, ceğiz…”takılarını boğazlarını yırtarcasına söyleşi içinde hâlâ devam ettirebilenlerin…
Ankara veya İstanbul’da rahatlık içinde yaşam süren dedelerinin, gerek öğretmen ve gerekse öğrencilere nasıl bir yaşam sağladıklarını. Şehirlerde, hele yaşattıkları yanında, kendilerinin de kapatmaya bile çalıştıkları Meslek okullarına nasıl bir hayat verdiklerini bir anlayabilseler!
***
Otuzlu yıllardan başlayayım. Rahmetli babam ilkokul öğretmenlik vazifesini Konya Hadim İlçesi Gaziler Köyü’nde ifa etmekte idi.
Bu 125 km. uzaklıktaki yerlerde yaşayanlar, bu günün değil yıllar evvelinin Hakkâri İlinden bile yaşam zorluğu içinde idi.
Yol ve vasıta mafiş. Katırla bir hafta da Konya iline gidip gelebilme imkânları da, yılda bir sefer olabilirdi
Oda evlatlarının düğün işlemi için olurdu ekseriya.
Ya öğretmen ve öğrenciler?
Öyle mükemmel kiralık ev bile yok. Rica minnet üzüm bakliyat ve tütün depoladıkları iki göz evi alabilmişti de oda haline getirdiğimiz birini oturma ve yatak odası diğerini mutfak olarak kullanabilmiştik..
Köy halkının çoğunluğu. Akşamları Bahaddin beyefendinin de dediği koni seklinde ağızlığında fitil, içinde acı bezir yağı bulunan idarelerin ışığı altında yaşarlardı. Biraz variyetlilerin gaz lambası olursa da o da fitili içine çekilmesi ile zayıf ışık verir misafir gelirse fitil içeri çekilince zamanın yüz mumluğu (!) haline gelirdi.
Babam öğretmen olması ve kitaplarla da haşır neşirliği dolayısıyla içine çekilmiş fitilli gaz lambasının ışığında otururduk. Şunu da unutmayayım köy evlerinin her odasında ocak bulunur orada yanan ateşin ışığında otururlardı yaz günü bile!
Öğrencilerin çoğu defteri bırakın kalem silgi bile alamayanları vardı. Babam Konya’ya hayvanları ile gidenlere ki (ekseriya Kalnağıllılar olurdu) sipariş ettiği sarı defter, Nurkalem ve silgilerle alfabe, okuma kitabını da kendisi dağıtır, parasını veremeyenler birkaç yumurta falan verirlerdi.
Küçük üç odası olan okulda bir odada iki yani mesela 2. ve 3. gibi sınıflar beraber bulunur. Her sırada üç çocuk otururdu.
Ya öğretmen? Beş sınıfa bir öğretmen ders vermeye mecburdu(!).. İleri sınıf öğrencileri 1. ve 2. sınıflara zaman zaman öğretmenlik(!) yapardı.
Yılda bir gelen müfettiş bile hayvanla gelebilir, ancak öğretmenin tek odasında kalırdı.
Hastalanınca doktor değil sıhhiye bile bulamayanlar babama gelirlerdi. O da kinin, aspirin, gripin verir iyi olmaya çalışırlardı! Doğumlar köyün yaşlı EBE denilen Türk analarınca yapılırdı
***
Tabii bunları şehirlerde hele hele Ankara’da üst makamlarda ki devlet ricaline yerleşmiş olanların yetiştirmişleri ve torunları bile göremez bilemezdi. Diğer Anadolu şehirlerdekilerde köy hayatından bir fazla iyi yaşamları olabilirdi.
Dışarıdan tayinle gelen öğretmenler kiralık ev bile zor bulur hatta karaborsa olurdu. Öğrenciler için yurt ne gezer zaten şehirde bir yakını ve akrabası olan aileler çocuklarını orta, Lise ve sanat okullarında okutabilmek için gönderirler, çoğunluk tabiri caizse koyun, kuzu yayar, kaldırım mühendisliği yapardı.
***
Şehirde okuyanlar çok mu rahattı? Meram Köyceğiz, Araplar, Uluırmak, Sadırlar, Şakalağın Köprüsü gibi şehrin uç kısmında olan çocuk ve gençler, tek okullar olan Şimdi Karma Ortaokul denilen yerdeki orta okulda, Şerafettin Camii yanında ki Sanat Okulu ve Anıtta ki Lise ile yakın mahallerden gelebilecek kızların okuduğu Kız öğretmen okulunda okumak için sabahın erken saatinde kar yağmur demeden tabanvayla gelirlerdi.
Orta ve lisede okuyanlar saat dokuzda başlayıp üç de paydos olurlar, Çarşamba öğleden sonra ve cumartesi ders görmemeleri ile biraz rahattılar ama…
Sanat okulunun öğrencileri haftada bir gün saat yedide diğer günler cumartesi dâhil, sekizde okulda olmaları mutlaktı. Bir dakika geç kalan içeri giremezdi.
Bir gün geç uyanmıştım galiba kahvaltı olan küflü peynir, pekmez ve ekmeği de yemeden iki km. den fazla olan Takkalı sokağından sanat okuluna koşarak geldim ama tam geldiğimde kapıyı kapatıyordu hademe rahmetli Osman Efendi.
İçeri sınıflara daha öğretmen bile gelmediği bir zamanda yalvar yakar etmiştik ama inat ve vazifesine sadık idi.
On dakika geçirttikten sonra idareye götürmüştü(!). Rahmetli muavin Esat Hoca daha kapı kapanırken geldik dememize ve uyku ile geç kalkmamızı mazeret olarak bulmamış, birer okkalı tokatla sınıflara göndermişti.
Yaşam oluşumlarının daha ortasına bile gelemedim ama köşe bitiverdi
Anlatırız inşallah ileri günlerde yeri geldikçe…
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
Akabinde aşağıda ki yazısını Mail ile gönderivermiş
Geldiği günlerde yazacaktım ama bazı günlük olaylar erteletmiş oldu. Bu gün sizlere gönderilen duyguyu ve bendenizin ve yaşdaş öğrencilerin yaşamlarından bir nebzecik nostalji sunayım dedim.
Bahaddin beyefendiye yazılarıma ilgi duyup lütfettikleri yazıyı sunarken kendilerine teşekkürlerimi iletmek isterim.
***
“Ahmet ağbi yazınızdan öyle etkilendim ki anlatamam. Her bir satır; 55’ine gelmiş bendenizi maziye götürdü. Babam rahmetli de bu okulun talebesi iken, Meram Köyceğiz’den yayan yapıldak gelir gider ama analığı kandilin yağını bitiriyorsun diyerek ders çalışmasına izin vermez. 3. veya 4. sınıfta tahsilini yarım bırakır. Yokluk, verilmeyen destek, o günün baskılı rejimi…
Emin olun bu günün diplomalılarını cebinden çıkarırdır bu okulun mezunları…
Şimdiki gençlik!!! Heyhat hayıflanmamak elde değil.”
***
Bendenizin anlattıklarına bu günün ellinin altındaki muhteremlerimiz inanmayabilirlerdi ama işte kendisi daha rahat bir ortamda öğrencilik yapan Bahaddin beyefendi babasının anlatımlarını hafızasına nakşetmiş.
Bu gün “biz şöyle… biz böyle yönde… cağız, ceğiz…”takılarını boğazlarını yırtarcasına söyleşi içinde hâlâ devam ettirebilenlerin…
Ankara veya İstanbul’da rahatlık içinde yaşam süren dedelerinin, gerek öğretmen ve gerekse öğrencilere nasıl bir yaşam sağladıklarını. Şehirlerde, hele yaşattıkları yanında, kendilerinin de kapatmaya bile çalıştıkları Meslek okullarına nasıl bir hayat verdiklerini bir anlayabilseler!
***
Otuzlu yıllardan başlayayım. Rahmetli babam ilkokul öğretmenlik vazifesini Konya Hadim İlçesi Gaziler Köyü’nde ifa etmekte idi.
Bu 125 km. uzaklıktaki yerlerde yaşayanlar, bu günün değil yıllar evvelinin Hakkâri İlinden bile yaşam zorluğu içinde idi.
Yol ve vasıta mafiş. Katırla bir hafta da Konya iline gidip gelebilme imkânları da, yılda bir sefer olabilirdi
Oda evlatlarının düğün işlemi için olurdu ekseriya.
Ya öğretmen ve öğrenciler?
Öyle mükemmel kiralık ev bile yok. Rica minnet üzüm bakliyat ve tütün depoladıkları iki göz evi alabilmişti de oda haline getirdiğimiz birini oturma ve yatak odası diğerini mutfak olarak kullanabilmiştik..
Köy halkının çoğunluğu. Akşamları Bahaddin beyefendinin de dediği koni seklinde ağızlığında fitil, içinde acı bezir yağı bulunan idarelerin ışığı altında yaşarlardı. Biraz variyetlilerin gaz lambası olursa da o da fitili içine çekilmesi ile zayıf ışık verir misafir gelirse fitil içeri çekilince zamanın yüz mumluğu (!) haline gelirdi.
Babam öğretmen olması ve kitaplarla da haşır neşirliği dolayısıyla içine çekilmiş fitilli gaz lambasının ışığında otururduk. Şunu da unutmayayım köy evlerinin her odasında ocak bulunur orada yanan ateşin ışığında otururlardı yaz günü bile!
Öğrencilerin çoğu defteri bırakın kalem silgi bile alamayanları vardı. Babam Konya’ya hayvanları ile gidenlere ki (ekseriya Kalnağıllılar olurdu) sipariş ettiği sarı defter, Nurkalem ve silgilerle alfabe, okuma kitabını da kendisi dağıtır, parasını veremeyenler birkaç yumurta falan verirlerdi.
Küçük üç odası olan okulda bir odada iki yani mesela 2. ve 3. gibi sınıflar beraber bulunur. Her sırada üç çocuk otururdu.
Ya öğretmen? Beş sınıfa bir öğretmen ders vermeye mecburdu(!).. İleri sınıf öğrencileri 1. ve 2. sınıflara zaman zaman öğretmenlik(!) yapardı.
Yılda bir gelen müfettiş bile hayvanla gelebilir, ancak öğretmenin tek odasında kalırdı.
Hastalanınca doktor değil sıhhiye bile bulamayanlar babama gelirlerdi. O da kinin, aspirin, gripin verir iyi olmaya çalışırlardı! Doğumlar köyün yaşlı EBE denilen Türk analarınca yapılırdı
***
Tabii bunları şehirlerde hele hele Ankara’da üst makamlarda ki devlet ricaline yerleşmiş olanların yetiştirmişleri ve torunları bile göremez bilemezdi. Diğer Anadolu şehirlerdekilerde köy hayatından bir fazla iyi yaşamları olabilirdi.
Dışarıdan tayinle gelen öğretmenler kiralık ev bile zor bulur hatta karaborsa olurdu. Öğrenciler için yurt ne gezer zaten şehirde bir yakını ve akrabası olan aileler çocuklarını orta, Lise ve sanat okullarında okutabilmek için gönderirler, çoğunluk tabiri caizse koyun, kuzu yayar, kaldırım mühendisliği yapardı.
***
Şehirde okuyanlar çok mu rahattı? Meram Köyceğiz, Araplar, Uluırmak, Sadırlar, Şakalağın Köprüsü gibi şehrin uç kısmında olan çocuk ve gençler, tek okullar olan Şimdi Karma Ortaokul denilen yerdeki orta okulda, Şerafettin Camii yanında ki Sanat Okulu ve Anıtta ki Lise ile yakın mahallerden gelebilecek kızların okuduğu Kız öğretmen okulunda okumak için sabahın erken saatinde kar yağmur demeden tabanvayla gelirlerdi.
Orta ve lisede okuyanlar saat dokuzda başlayıp üç de paydos olurlar, Çarşamba öğleden sonra ve cumartesi ders görmemeleri ile biraz rahattılar ama…
Sanat okulunun öğrencileri haftada bir gün saat yedide diğer günler cumartesi dâhil, sekizde okulda olmaları mutlaktı. Bir dakika geç kalan içeri giremezdi.
Bir gün geç uyanmıştım galiba kahvaltı olan küflü peynir, pekmez ve ekmeği de yemeden iki km. den fazla olan Takkalı sokağından sanat okuluna koşarak geldim ama tam geldiğimde kapıyı kapatıyordu hademe rahmetli Osman Efendi.
İçeri sınıflara daha öğretmen bile gelmediği bir zamanda yalvar yakar etmiştik ama inat ve vazifesine sadık idi.
On dakika geçirttikten sonra idareye götürmüştü(!). Rahmetli muavin Esat Hoca daha kapı kapanırken geldik dememize ve uyku ile geç kalkmamızı mazeret olarak bulmamış, birer okkalı tokatla sınıflara göndermişti.
Yaşam oluşumlarının daha ortasına bile gelemedim ama köşe bitiverdi
Anlatırız inşallah ileri günlerde yeri geldikçe…
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.