Mutlak sondan kaçış yok
Müminler Rabb’lerinden gerçek mânâda korkmak için ilim sâhibi olmak durumundalar. Nitekim Ebu Leys der ki; ‘Allah korkusunun alâmeti yedi şeyde belli olur. Bunlar; dil, kalp, göz, mide, el, ayak ve itaat.’ Müslüman eğer sayılanları yerli yerince kullanırsa günahlardan kaçınır, şüphelilerden sakınır buna ‘verâ hâli’ denir. Korku daha da artıp en şüpheli şeylerden bile çekinme hâli oluşur bu hal de, ‘takva’dır. Takvaya hizmette eklenirse o kişi ‘sıddık’ makâmına erişir. O zaman büyükler, sıdkın olduğu yerde takva, takvanın olduğu yerde verâ, onun da olduğu yerde ‘iffet’ vardır, diyorlar. Ne doğru bir tespittir bu!
Hal bu vaziyetteyken, bugün pek geçerli olan yaşanan hayat realitelerine bakarak yalnızca dünya mutluluğuna râm olanlar belli ki yarın mahşer yerinde aldananlardan olacaklardır. Zira Kitâbı Mubin’de bize haber verilenler bir bir gerçekleşecektir. Âhiret haktır. Yârın ‘kalkın’ borusu çaldığında herkes yalın ayak mahşer yerine sevk edilecek. O mahşer yeri ki dümdüz, uçsuz bucaksız bir meydan… İnsanın arkasına saklanabileceği tek bir tümsek yok veya içine girmek isteyeceği bir tek çukur dahi bulunmayacak. Bu sebeple insan bu dünyâsını –Allah’tan korkarak- ahret güzelliği umut ederek Cenâb-ı Hakk’ın emirleri doğrultusunda yaşarsa kendi lehine bir iş yapmış olur. Çünkü yarın her şeyin hesâbının sorulacağı o büyük günde melekler, yeryüzü, gökyüzü insanoğlunun yaptığı iyiliğe de kötülüğe de hepsi şâhitlik edecekler hatta bizim olan azâlarımız bile bu şahitliğe iştirak edeceklerdir. O yüzden ‘mutlak son’dan kaçış yok.
Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: “Günahlardan sakınan hiç şüphesiz cennetlerde ve cennet pınarlarının başındadırlar.” (1) Sonumuzun hüsran olmasını istemiyorsak dünyâda Allah (c.c)’dan korkarak ve Onun istediği gibi bir hayat yaşamalıyız. Çünkü O bize: “Ey iman edenler! Allah’tan korkunuz ve O’na itaat ediniz ve herkes yarını için (kıyâmet günü ne amel işlediğine) baksın. Çünkü O (iyilik olsun, kötülük olsun) yaptığınız her hareketten haberdardır.” (2) ‘Hikmetin, hakikatin başı Allah korkusudur.’ Buyuran Sevgili Peygamberimiz Aleyhisselam Allah’tan korkan ve hâdiselerden ibret alan bir mümini işâret ediyor. Korkarken de havf ve reca yâni ‘ümit ve korku’ arasında Cenâb-ı Hak’tan dâima ümitvâr olarak korku tavsiye ediliyor. Bizim dinimiz, yeis ve ümitsizlik dini değildir.
Sağlam ve muhkem evleri, apartmanları bir çırpıda un ufak eden, yerden kaynar sular fışkırtan, diriden ölüyü, ölüden diriyi çıkartan hep O Rahmeti Rahmân’ın tecellileri değil mi? Azâmetli dağları, kadîm şehirleri silip süpüren volkanlar, fırtınalar, zelzeleler, coşan nehirler, kabaran denizler, çakan şimşekler, düşen yıldırımlar bize-Allah kokusu-nu hatırlatan ilâhî kudret işâretleri değil mi? Bunları basit bir tabiat hâdisesi olarak görmek ne kadar isâbetlidir? Dolayısıyla hâdiselere ibret gözüyle iman penceresinden bakarak hal ve davranışlarımıza çeki düzen verip dünyâda başıboş olmadığımıza ve ilâhî bir kontrol altında olduğumuzu asla unutmayalım.
Allah korkusu ve ümidiyle yaşamadan ebediyete uzanan bütün yollar çıkmaz sokaktır, o yollar tehlikeli ve çetin meşakkatlerle doludur. Cenâb-ı Hakk’ı bilen O’ndan hakkıyla korkar. Nefsinin kötülüğünü idrak eder. Nefsim bana düşmanlık yapabilir diyerek Allâh’ın himâyesine sığınır. Allah korkusu bütün hayırların başıdır. Rabbim bizleri, tüm müminleri ve bütün insanlığı yüreğinde –Allah korkusu- taşıyan kullarından eylesin. (Âmin)
-------------------------
1) Zâriyat, 15
2) Haşr, 18
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.