Mümin olma şerefi ve Cihad
Dünya coğrafyasında Müslümanlar olarak genel durumumuzun çok parlak olmadığı görünen bir hakikattir. Ancak bilhassa ülkemiz adına bâzı kıpırdanışlar, onurlu duruşlar, yüz güldüren hususlar olduğundan dolayı dünyânın Müslümanlara uyguladığı menfi tutumlar doğrusu içimizi yaralıyor. Bizdeki ufak-tefek gelişmeler neticesinde ne yazık ki bugün her zamankinden daha yoğun hücumlara muhatabız.
Hakk’ı ve hakikatleri dünyâya hâkim kılma arzusu Müslümanların en büyük idealidir. Zira bu istek, onlara Cenâbı Hak tarafından yüklenmiştir. Küfrün zillet ve alçaklığına karşı Müslümanlar olarak mü’min olma şerefi bizim için yüz akıdır. Mü’min yeryüzünde cereyan eden olaylara kayıtsız kalamaz, İslam olmayan hiçbir güç Müslümanlara hükmetme, üzerine âmir olma hatta onları koyun güder gibi gütme hakkına sâhip değildir. Bugün Müslümanlar ferdî ve sosyal hayatlarında maalesef İslam olmayan unsurların yoğun baskısı altındadır. Sabah kalkıştan akşam yatana kadar bütün zamanlarımız, kendi kültürümüzden uzak şeylerin tasallutuyla işgal altında tüketiliyor. Mü’minler aslî vazifelerinden uzaklaştırılıyor. Pek de farkında olamadığımız bu felâket karşısında Müslümanların şahsiyetleri hızla eriyor, fikirleri dumûra uğruyor, ahlakları ifsâd ediliyor, itikatları bozuluyor. Neticede insanlar Hz. Allah Celle ve Âlâ’dan ve O’nun hükümlerinden hızla uzaklaşıyorlar. Bu hazin durum güncel bir vakıadır.
O zaman çâre nedir? Çâre, Müslümanlar olarak özümüzden kopmamamız için kâinâtın yüce sâhibiyle mutlak bağlantıda bulunmak gerekiyor. Bu bağlantı, yalnızca düşmanlardan korunmak için bir vasıta değil insanoğlunun büyük huzur ve mutlulukla ulaşacağı yüce bir hedeftir. Mü’minler hiçbir insanlık kuralı tanımayan, herkes tarafından kabul görmüş evrensel ahlâkî özelliklerin dahi iflas edildiği böylesine kirli bir dünyâda İslâmî düsturlara tekrardan sarılmalıdır. Müslümanlar ancak bu sâyede kendini rûhu ölmüş ve içi boşalmış bir dünyâda diri ve canlı tutabilir. Mü’min kişi hayâtın akışının şahsiyetini yok etmesine müsaade etmemelidir. İşte bu bir cihaddır.
Bir Müslüman’ın cereyan eden haksızlıklara ve zulme susmaması, doğruları söylemesi, insanları Hakk’a dâvet etmesi, onları iyiliğe-doğruluğa-güzelliğe çağırması ve böyle zeminlerde malını-canını ortaya koyması “cihad” çerçevesi içindedir. Kutsal kitâbımızda cihaddan bahseden pek çok âyeti kerimeler vardır. İşte onlardan bâzıları: “Ey inananlar! Sizi can yakıcı bir azabdan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allâh'a ve Peygamberine inanırsınız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihat edersiniz; bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur. Böyle yaparsanız, Allah günahlarınızı size bağışlar, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük kurtuluş budur. Bundan başka, sevdiğiniz bir şey daha: Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer vardır. İnananlara müjde ver.” Başka bir âyeti kerimede: “Ey İman edenler! Eğer siz Allâh’ın dînine yardım ederseniz, O da size yardım eder. Ve adımlarınızı sağlamlaştırır.”
Bugün Müslümanlar ‘tebliğ-dâvet-mücâdele’ anlamına gelen cihâdı terk ettikleri için içlerinde bulundukları ‘zelil’ halden kurtulup ‘aziz’ olamıyorlar. Halbuki yüce önderimiz Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhissalâtu vesselâm’ın hayâtı tamı tamına ‘Hakk’ı ve hakikati’ hâkim kılma mücâdelesiyle yâni cihadla geçmiştir. Efendimiz aleyhisselam; "Cihad kıyâmete kadar devam edecek bir farzdır" “Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sâhip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücâdele eden mü’mindir, dili ile mücâdele eden mü’mindir, kalbi ile mücâhede eden mü’mindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur." Buyurmuşlardır. O ve arkadaşları İslâm’ın emirlerini insanlara sunmak adına her türlü zulme uğrayan muhtaçların, mazlumların, gariplerin dâima yanında olmuşlardır.
Ehli sünnet imamları; ‘Müslümanların emniyet içinde bulunmaları, din ve dünya işlerini sürdürebilecek imkanda bulunma’yı cihad olarak ifâde ederler. Bugün kendi memleketinde emniyet ve huzûru kalmayan, zulme uğrayan nice mazlum-biçâreler evlerini, yurtlarını geride bırakarak akın akın göç etmek zorunda kalıyorlarsa bu cihâdın terk edilişindendir. Aslında cihâdın emredilme hikmeti hem meşru hakkı müdafaa hem de Hakk’a dâvet yâni tebliğdir. Bu iki unsur birbirinden ayrılamaz aksine tam bir bütünlük arz eder.
Bu bütünlüğün terk edilmesi bugün Müslümanları zelil hâle getirmiştir. Yeniden aziz olmak Hakk’ı hakça yaşamayla kâimdir.
1 Saf, 10-13
2 Muhammed, 7
3 Ebû Davûd, Cihad, 33
4 Müslim, İman 20
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.