Misafirperverlik hasleti
Efendim yine siz değerli okurlarımızla birazcık yoğun, sıkıntılı, acılı gündemden uzaklaştırmak amacıyla farklı bir konuyu işlemek istiyoruz müsâdenizle. Uzun zamandır pratik hayâtımızdan çıkarılmaya çalışılan bir husûsu bugün sunmak arzusundayız. Buyurun başlayalım; Konumuz; misâfirperverlik hasletimiz.
Misafirperverlik, toplumumuzda yüzyıllardır yaşayan, inanç ve kültürümüzden gelen en temel değerlerimizdendir. Bu millet, kendi durumu ne olursa olsun, elindekini misafirleriyle paylaşmaktan, ikram etmekten, misafir ağırlamaktan müthiş haz alır, bundan huzur duyar. Toplumumuzda; “Misafirsiz ev, bereketten mahrum kalır.” fikri hâkimdir. Eskiden beri bu necip millet, âdeta kılı kırk yararak misafirine hizmette kusur etmemeye çalışmıştır.
Meseleye kavramlardan yola çıkarak devam edersek, mâlum olduğu üzere misafirlik; “ev halkından olmayan kişi veya kişilerin yolculuk, dâvet, ziyaret vb. sebeplerle geçici bir süreyle bir hânede, bir beldede konuk edilmesi, ağırlanması” hâdisesidir.
Misafire güzel muâmele, yüce dînimizin tavsiye ettiği faziletlerdendir. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere; “…İyilik ve takvâda yardımlaşınız…” (el-Mâide, 2) buyurarak inananların birbirleriyle yardımlaşmasını, dayanışmasını emreder. Dolayısıyla Müslümanlar misafirlik ölçüsünü aralarındaki kardeşlik anlayışının yaygınlaşması adına yardımlaşma, paylaşma ve dayanışma olarak bir ibâdeti ifâ etme şuuruyla değerlendirirler. Misafire hânelerimizin kapılarını açmanın yanı sıra yüreğimizi de açma hususu, İslâm’ın insana verdiği değerin, kardeşliğin, paylaşma ve kaynaşmanın önemini ortaya koymaktadır.
Misafire ikram, mü’minlerin, içinde yaşadığı topluma olan vazifelerinden birisidir. Bu güzel haslet, Hazret-i İbrâhim -aleyhisselâm-’dan son Peygamber Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e kadar uzanan nebevî bir sünnettir. Misafirperverlik ve cömertlik, başta peygamberler olmak üzere bütün Hak dostu seçkin insanların ortak özelliği olmuştur.
Âlemlere rahmet Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm- misafiri çok severdi, hânesinden misafir hiç eksik olmazdı; bu konuda din ayrımı gözetmezdi. Her misafire aynı iyi muâmeleyi gösterir, aynı nezaket ve anlayışla hizmet ederdi.
Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre, bir gün Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bir müşrik misafir oldu. Efendimiz, ona süt ikram etti, adam içti. Bir daha ikram etti, onu da içti. (Adam ne kadar istediyse, Peygamberimiz de ikrâm etmeye devam etti.) Peygamberimizin bu ikramdaki fark gözetmeyen cömertlik nezâketi karşısında adam ertesi sabah Müslüman oldu. (Bkz: İbn Sad, Tabakât, I, sh: 316)
Kâinâtın iftihârı Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mescidinin hemen yanında devamlı ağırladığı “Suffa ashâbı” bulunurdu. Bunlar gece gündüz orada kalan fakir, muhtaç, kimsesiz ilim tâlipleriydi. Onların kaldığı bu mekânda çoğunlukla yolcu ve misafirler de ağırlanırdı. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâb-ı suffede kalan bu talebe ve misafirleri, kendi âile fertleri gibi görür ve gözetirdi. İmkânı olduğu müddetçe suffe ashâbını bizzat ağırlar, yedirir ve içirirdi. İmkânı olmadığı zamanlarda da ashâbını, bu kimseleri gözetmek hususunda ikaz ve teşvik ederdi.
Müslüman olmak ve İslâm’ı öğrenmek için Arabistan’ın çeşitli yerlerinden birçok misafir gelirdi. Peygamber Efendimiz, evinde ne var ne yoksa bu misafirlerine ikram eder, zaman zaman kendisi de hâne halkıyla birlikte aç olarak sabahlardı. (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 10) Bu haldeyken bile Efendimiz -aleyhissalâtu vesselâm- geceleri uyanır, misâfirlerin bir ihtiyaçlarının olup olmadığını sorar, onları uğurlayıncaya kadar her türlü ihtiyaçlarını karşılar, giderken yanlarına yol azığı koyar, cep harçlığı verirdi.
Şimdilik hayırla kalınız ancak konuya devam edeceğiz inşaALLAH.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.