Recep Çınar

Recep Çınar

Konyayı sevmek

Konyayı sevmek

Konya’da yaşamak şehri sevmektir… Doğduğun ya da doyduğun şehir olması hiç fark etmez… Şehri sevmeyi yaşam biçimi haline getirenlerin izini sürdüğünüzde güzellikleri geleceğe taşımaya çalışanlar öne çıkar…
Mütevazi olmayacağım, bu insanlardan birisi olduğumu düşünüyorum…
Konya’yı yaşıyorum tam 50 küsur yıldır… Bu şehirde, hem de bu şehrin en eski mahallesi Sedirler’de doğdum…
Ve bu şehirde büyüdüm.
İlk defa bu şehrin sokaklarında yürüdüm, koştum, oynadım, bisiklete bindim… Fırın yandı’yı, uzun eşeği, çelik çomak oynamayı da Sütçü sokağının tozlu topraklı yollarında öğrendim.
Alfabeyi bu şehirde söktüm… Okumayı yazmayı da bu şehirde, bu şehrin dünkü ismi “Sedirler” bugünkü ismi “İstiklal” olan okulunda… 
Futbol topunun peşine de ilk defa bu şehirde düştüm… Evimizin bulunduğu Sütçü sokağında…  
Bu şehrin havasını içime çektim, suyunu kana kana içtim… Bu şehrin sokaklarında geçti çocukluğum, gençliğim, erişkinliğim… En büyük zenginliğim doğduğum, doyduğum şehirde yaşamam, yaşlanmam ve çoluk çocuğa karışmam…
Biz bu şehirliyiz, biz Konyalıyız. Babam da, annem de bu şehre aitler tıpkı kendilerinden öncekiler gibi…
Bu şehre bağlıyız ve bu şehri seviyoruz… Sadece şehrin içinde yaşamıyoruz…  Şehri içimizde de yaşıyoruz… Bu şehirle  birlikte soluk alıyor veriyoruz, birlikte değişiyoruz, eskiyoruz, yaşlanıyoruz… Benim hayatımın gitgide kalabalıklaştığı gibi bu şehrin de hayatı gitgide  kalabalıklaşıyor…
Ve daha kalabalıklaşacak...
Ama her şeye rağmen bu şehri seviyorum…
Çünkü ben bu şehre aidim.
Lafı Konyaspor’a getirmeye çalışıyorum…
Sahipsiz şehrin sahipsiz takımına.
Konyaspor, Konya İdmanyurdu ile birleştiği, özellikle de Mehmet Oktut’un ve Mehmet Köseoğlu’nun  başkanlık yaptığı dönemlerde insanlar için bir amaçtı… Hatta delice bir sevdaydı…
Konyaspor’a katkı koymak, yeşil ile beyazın peşinde çıkarsız koşmak, yönetici olmanın onurunu paylaşmak bırakılacak en önemli mirastı… Şimdilerde ranta araç ve Konya’yı paylaşma masasının ara sıcağı olarak görülüyor benim Konyaspor’um !
Gazetelerde, televizyonlarda, otel lobilerinde, siyasetin etkili ve yetkili mekânlarında, pastane ve çay bahçelerinde tek kale maç oynanıyor… Herkes kendi çıkarına ya da işbirliği yaptığı grupların siyasi hesaplarına göre haberleri, yorumları ambalajlıyor…
İktidar partisinin ileri gelenlerine kendi stratejileri nedeniyle yakın olma mücadelesi verenler Konyaspor’u kullanıyorlar… Siyasetçilerin Konyaspor üzerinden prim yapmalarının kapıları açılıyor…
Konyaspor’u yönetenler ince hesapların ortasında bocalayıp duruyor… Aralarında şehir rantının paylaşılmasında “Konyaspor yöneticisi” etiketiyle rollerini arttırmaya çalışanların olduğu da biliniyor…
Trabzonlular, Kayserililer, Bursalılar takımlarını şampiyon yapma yarışı yaparken, Konya’da ise ‘şehrin kulübünün önüne nasıl geçilebileceğinin’ mücadelesi veriliyor…
Acı, ama gerçek, Konyaspor’u kullanma adına herkes şampiyonluğa koşuyor, ama kulübün gerçek sahipleri bu olanı biteni izlemekle yetiniyor.
***
Dün “İşine bak Başkan” başlıklı bir yazı kaleme aldım… Konyaspor Başkanı Bahattin Karapınar’ın bir arkadaşımızla yaptığı röportajdaki söylemlerini eleştirdim… Bu konuşmaların ne kulübe ne de Başkanın şahsına bir getirisi olmayacağının altını çizdim…
Zülfiyare dokunmuşum…
Geçmişte zülfiyare dokunduğum için mahkemelere verildim… Gazetelere yarımşar sayfa ilan verilerek kınandım… Tehditler aldım… Aba altından sopa gösterenler de cabası…
Olsun…
Benim duruşumda “pardon” yok…
Gazeteciler doğruyu yazdıkça bazı insanların işine gelmez… Türk filmlerinin kötü adamı Erol Taş’a benzetirler…
Hiç önemli değil…
En azından “ikiyüzlü” değilim…
Önceki gün ve dün “Çalışan Gazeteciler Bayramı”nı kutladık… Mesleğin gerçekleri göz önüne alındığında, eleştiriden dolayı gazete aboneliğine veya reklâm iptaline girişmek, sansürün en alt basamağı olarak nitelendirilir bizim meslekte… Doğruları dile getirdiğimiz için bize tavır koyarlar, kendilerince sansürün en alt basamağını uygularlar…
Ancak, ne ben ne de benim gazetem küçük hesaplarla “pes” edecek kadar güçsüz değil… Bizim amacımız bu şehir için yanlış yapanları “pes” ettirmektir… Özellikle abone konusunda da bir sıkıntımız yok… Yanlış olan bir abone gider, doğru olan bin abone gelir…
Uzatmayacağım…
Ben bu şehri, bu şehrin takımını seviyorum…  Bu şehre yanlış yapan babamın oğlu abim de olsa, eleştirmezsem, doğruları yazmazsam, fincancı katırlarını ürkütmezsem namert kere namerdim…
Daha ötesi var mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Recep Çınar Arşivi