Kitap Yüklü Merkepler
“İnsanoğlunun iki ova / vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü daha ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Ve Allah tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.” [1]
Birçok kardeşimizin bildiği ve benim de sıkça kullandığım bir Hadis-i Şerif.
Ve aslında insanoğlunu en iyi tanımlayan hadislerden de birisi.
Hatta Buhari bu hadisi anlatırken, Hz. Ubeyy’in “Tekasür suresi ininceye kadar biz bunu Kur’an’dan sayardık.” şeklinde bir görüşüne de yer veriyor.
Yani Asr-ı Saadet döneminde de aynı şeylerden muzdarip aslında sahabe efendilerimiz.
Açgözlülük mü dersiniz yoksa nefs mi dersiniz bilemem.
Ama dünya var olduğundan beri olan ve kıyamete dek sürecek bir insan özelliği anladığımız kadarı ile.
Çağımıza bakınca da, bu hadisin tezahürünü birçok noktada görmekteyiz. Bazen gerçekten ihtiyacımız vardır ve isteriz, bazen ise hayat standartlarımızı yükseltmek için.
Aslolan neyi nasıl ne zaman isteyeceğimiz. Ve daha da önemlisi, acaba istediğimiz şeyi istediğimizden isterken hak ettik mi, gereğini yaptık mı?
Daha da mühimi ve en çok unuttuğumuz noktalardan birisi de hayırlısını istemek…
Kış dönemi, Ocak – Şubat ayları. Ekinler yeni ekildi, kar ve yağmur yağmamasından ötürü herkes tedirgin. Hastalıklar aldı başını gidiyor. Ve hemen her camide bir yakarış duyuyorduk hatırlayın, “Ya Rabbi! Acı bize! Rahmetinde esirgeme…”
Eee o zaman yağmadı yağmur bir süre daha. Sonra Rabbimiz diğer yarattıklarının, günahsız yavruların, zikreden mahlukatın hatrına bizlere acıdı ve rahmetini verdi.
Şimdi ise durum değişti.
Bu sefer camilerde farklı bir yakarış başladı, “Ya Rabbi! Bizi afetinden koru…”
Hangi afet?
Yağmur afeti…
Eee daha çok değil 2-3 ay önce de yağsın diye dua ediyorduk ya hani.
Ne oldu şimdi?
Buradan şuraya geleceğim…
Aslolan durum aslında bizim yaşantımız.
Rabbimiz bizi öyle imtihan ediyor ki, eğer diyor bildiklerinle amel etmiyorsan senin kitap yüklü merkepten farkın yok diyor. [2]
Ya da sadece iman edenlere, niçin yap(a)mayacağınız şeyleri söylersiniz, diyor ve Allah’ın nefretinden korkmadığımızı mı -haşa- göstermek istediğimizi soruyor. [3]
Öyle bir hal aldık ki, yüzsüzlük artık paçalarımızdan akıyor.
Ayranı yok içmeye atasözünü yaşıyoruz hayatımızın her anında.
Söylediklerimizi yapmıyor, bildiklerimizle amel etmiyor, sözlerimizi tutmuyoruz.
Tüm bunları yaptıktan/yapmadıktan sonra, amiyane tabirle, özür dileyerek her naneyi yedikten sonra da Rabbimize dua ediyor ve bize yardım etmesini istiyoruz.
Üç günlük dünyaya uyarlayın şimdi bu sahneyi.
İş yerinizde performansınız ortanın altında veya kötü. Ve patronunuzda gidip zam istiyorsunuz. Veya izin koparmaya çalışıyorsunuz.
Rabbimizin bizi kulluğundan kovmamasının tek nedeni sadece rahmetidir, başka bir şey değil.
Tabi böyle insanlara karşı da Rabbimiz yine diyor ki, siz bana verdiğiniz sözleri tutmazsanız, dediklerinizi yapmaz, bildiklerinizle amel etmezseniz, ben de sizin başınıza öyle yöneticiler tayin ettiririm ki, dünyada azabı tadarsınız.
Fazla sözü uzatarak başımıza iş alacak noktalara gelmemek adına burada noktalıyorum.
Yani ahir kelam diyorum ki, iğneyi bir batıralım kendimize. Sonra çuvaldızla insan avına çıkabiliriz sokakta, mecliste, belediyede…
] Buhari, Rikak, 10
[2] Cum’a suresi, 5. ayet
[3] Saff suresi, 2. ayet
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.