Kabe, Mekke, Hac ve hatırlattıkları
Hz. İbrâhim ve hanımı Hz. Hâcer arasında zamânı vaktinde cereyan eden şu manzarayı hatırlayarak yazımıza başlayalım: Karı koca arasında geçen konuşmada:
Bizi burada bir başımıza bırakıp gidiyor musun; bir bebek, bir ben? – Evet, ey sevgisi kalbimde olan!... Rabb’im böyle istiyor. Cevap: Bu kum… Bu kızgın tepelerin arası?!.. Çok sevdiğini söylediğin İsmâil’i bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde azıksız ve susuz bırakıp gidiyor musun gerçekten?!... - Evet, ey şimdiden özlemeye başladığım!... Rabb’im öyle istiyor…………
Çocuk ile baba arasında geçen konuşmada: Elçi seneler sonra aynı yere döndü. İsmâil ile kucaklaşıp hasret giderdiler. Oğul!... Rabb’imin emri var, bir ev inşâ edeceğiz. Sen de bana yardım edeceksin. Oğul taş taşıyordu. Oğul ile birlikte Cebrâil’de taş taşıyordu. Baba evin duvarlarını yükseltiyor ve şöyle diyorlardı: “Ey Rabb’imiz! Bizden bunu kabul buyur, şüphesiz Sen işitensin, bilensin.” (Bakara, 127)
………
Hz. Allah (c.c) ile elçisi arasında: “İbrâhim’e Evin (Kâbe’nin) kurulacağı yeri gösterdiğimizde (ona söylemiştik ki); Bana kimseyi ortak koşma ve benim evimi, onu tavaf edecek olanlar için, onun önünde (Rabb’lerini ta’zim ve tefekkürle) dikilip duranlar, saygıyla eğilenler ve secdeye kapananlar için temiz tut. İnsanları hacca çağır. Yaya olarak ve hızlı yol alan her türlü binek üzerinde (dünyânın) en uzak köşelerinden sana gelsinler.” (Hac, 26-27)
Peki, ey Rabb’im, ben sesimi nasıl ulaştırayım? Çağrı senden, ulaştırmak Bizden!... Dendi.
Sora elçi Kabe’yi yapıp bitirdiğinde Safa tepesine, Ebû Kubays dağına ve Makâmı İbrâhim’e çıkıp ıssız çöllere, güneş yanığı tepelere haykırdı. Oğlu İsmâil’den gayrı kimsecikler yoktu, sesini hiçbir kimse duymadı. Lâkin otlar titredi, ağaçlar sallandı, rüzgar şahlandı ve bu sesi yüzyıllar boyunca kâinâtın can kulağına ulaştırdılar, doğmayan nesillerin ruhlarına duyurdular. Hz. Allah (c.c) baba ile oğlun duâlarına icâbet etti. Bu beytin etrâfı mâmur kılındı, uğrak yeri oldu, şehir oldu. Mekke oldu. Hz. Allah (c.c) oraya hacca gelen herkesi işitti. Bugün de işitiyor. Hâlâ işitiyor!... Sizin bu yazıyı okuduğunuz şu anda işitmeye devam ediyor. O halde katılın bu seslenişe, Lebbeyklere, tekbirlere, telbiyelere!...
Çünkü her Hac mevsimi geldiğinde Hz. İbrâhim’in o kadîm çağrısına en yeni sesler katılır ve böylece o seslenişler kıyâmete kadar sürer. ‘Lebbeyk’ler okunur. Üstelik bu çağrı yalnız insanlara değil bütün bir hilkatedir. Ve telbiyelerin uzayıp giden yankıları kurdun ve kuşun, ağacın ve taşın kalbini titretir, sese ses katar. Nitekim son elçi buyurur; ‘Telbiyede bulunan taş, ağaç, sert toprak onunla birlikte telbiyede bulunmasın. Bu katılma (sağını ve solunu göstererek) şu ve şu istikâmette arzın son hudûduna kadar devam eder.’ (Tirmîzî, Hac 14)
O halde katılın sizde bugünlerde o seslenişe, telbiye ve tekbirlere!... ‘Ben o sesi nasıl duyurayım?’ demeyin., nidâ sizden, duyurmak duyurmayı vaad edenden. Onu can evinden duyuran rüzgar esiyor…
İbrâhim her sene Mekke’ye gelip haccederdi. Sonraki peygamberler ve mümin olan ümmetlerde Mekke’ye gelip haccetmişlerdi. Ümmetleri helâk olan peygamberler bile Mekke’ye gelirler ve ömürlerinin sonuna kadar orada ibâdet ve taatle meşgul olurlardı.
Şimdi müminler Mekke’ye gidip haccediyorlar. Suud hükümeti serbest bıraksa bütün müminler Mekke’ye gidip haccederler. Karınca olup yolunda ölmek pahasına da olsa haccederler… Hz. İbrâhim’in bereketli duâsına uymak ve yine O’nun duâsıyla gelen kutlu Nebîlerin ayak izlerine basabilmek için ellerinden gelen fedâkarlıkları yapmaktan asla kaçınmazlar. Sizi oralardan alıkoyan sâdece mesâfeler, vizeler, kurallar… Ama yüreklerin mesâfeleri aradan kalkınca gönüller birleşince aşk-muhabbet ortaya çıkar. Allah Teâlâ’nın evi yüreğinizde tecelli edince mesâfelerin, uzaklıkların anlamı olmaz. Aynen Rabiâtül Adeviyeler gibi bakarsınız Ka’be sizin ayağınıza dahi gelebilir. Çalışırsak neden olmasın değil mi? Asırların ne önemi var???
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.