Rumeysa Zügül

Rumeysa Zügül

FAKİR Mİ KALDI?

FAKİR Mİ KALDI?

Bu bir ekonomi yazısı olsun istemiyorum, çünkü ekonomist değilim.

Bu bir sosyoloji yazısı da olmamalı, uzmanı değilim.

Siyasetçi de değilim, siyasi yazı da olmamalı.

Bu dertlenmedir, derdimden anlayana..

***

Şimdi gelelim meseleye….

Bir dost ile muhabbet ediyoruz, ordan burdan. Türkiye’de; konu döner dolaşır, siyasete gelecek yer arar ya hani, böyle muhabbet ortamlarında. Bizde de öyle oldu. Tartışmadan, çekişmeden, tatlı tatlı sohbet ederken muhabbetin keyfini çıkarıyoruz çay eşliğinde.

Önce yeni partilerden açıldı konu, dedik Davutoğlu, dedik Babacan… Dedik, Ak Parti, yeni süreç vs…

Sonra ilerledik, baktık ki ekonomi konusundayız.

Dost meclisinde, dostum bir anda;

Türkiye’de kimsenin artık geçinemiyorum, açım, yokluktayım gibi bir sorunu kalmadı ki” dedi.

Ahh be! Halbuki nasıl da güzel muhabbet ediyorduk!

Yine pencerelere sis düştü. Yine, görünmez oldu aşikâr olan.

Şimdi ben, şu sis bulutlarını bir aralayım mı?

Göstereyim mi, ormandaki kurt ile kuzunun sahnesini?

Yoksa “Göstersem görecek mi? Görse anlayacak mı? Anlasa kabul edecek mi?” kısmında ve vazgeçeyim mi diye düşünürken, konu ilerledi geçti.

Konu ilerledi de…

Benim aklım takıldı kaldı bi kere.

Ben halen hafta sonu o muhabbet ortamındaki cümledeyim.

Türkiye’de kimsenin artık geçinemiyorum, açım, yokluktayım gibi bir sorunu

kalmamış”

****

Şuraya,

açlık ve yoksulluk sınırını, asgari ücreti, emekli maaşlarını, faturaların maliyetini, eğitim masraflarını, gıda ihtiyaç listelerindeki mali yükü.. vs. hiç yazmayacağım.

Yazsam anlayacak mı?

*****

Burada asıl sorun şu: Bakınız, halkın birbirinden haberi yok.

Bu bana göre çok ama çok daha büyük bir problem.

Hayat pahalılığı, geçim derdi, fakirlik, fukaralık vs. Gelir geçer, belki geçmez ama alışır benim gariban Ayşe ablam yırtık ayakkabı ile çocuğunu okula göndermenin nasıl yüreğini acıttığına. Çocuk Ahmet de alışır, fukaralığın gözlerine hüzün olarak çökmesine.

*****

Çünkü, “Türkiye’de kimsenin artık geçinemiyorum, açım, yokluktayım… gibi bir sorunu kalmadı ki” diyenlerin, onlardan haberi hiç olmayacağa benziyor.

Bir tarafta, otomatik ödeme talimatı ile ödenen ve ne kadar geldiği bilinmeyen faturalar.

Diğer tarafta, faturanın altında kırmızı bölgesi olan kesme ihbarı olan faturalar.

Bir yanda, “kızım şu markadan başka ayakkabı giyemiyor, rahat edemiyor” diyen şımarık ve itici ana babalar.

Diğer yanda, “yakında okullar açılacak nasıl yapacağız?” diyen ana babalar.

 

****

Bir yanda 3 çocuk ısrarında olanlar.

Diğer yanda 4 çocuğuna birden yetişemeyen babaların hayat kavgası.

Bir yanda, fakir mi kaldı ki diyenler, diğer yanda ek iş arayanlar.

Kimsenin kimseden haberi yok. Bu nasıl bir toplum demek geliyor içimden?

Felsefe yapmadan soruyorum bunu, sadece kelime manasını soruyorum.

“Toplum” diye bildiğimiz, böyle miydi?

*****

Şu zenginin fakirden bi haber olması, fakirin zengine ulaşma çabasıyla kendini yırtması!

Bizi bunlar eritip bitirecek.

Büyüklerime, daha doğrusu anne babama soruyorum sık sık.

Babam köyde, annem uluırmak mahallesinde büyümüş.

Biraz eskiye merakımdan, biraz da sosyoloji konularına hevesimden soruyorum:

Siz zengin miydiniz? Fakir mi?”

Diyorlar, “Eh.. Allah’a şükür geçinip giderdik”

*****

Fark ediniz, ne zenginiz ne fakir demiyorlar.

Zengindik demiyor mesela babam, ailesi hayvancılık ve tarımla uğraşmasına rağmen.

Fakirdik demiyor mesela annem, sıfırdan başladığı hayatında çok zorlanıp zaman içinde mesleği, evi, olan dedem ve kendi ailesi için.

Herkes aynı mıydı yani?” diye tekrar soruyorum.

Sizden zengin olduğunu bildiğiniz kişiler yok muydu?”

Galiba şunlar şunlar zengindi” diyerek birkaç aile ismi sayıyorlar.

Sonra müthiş bir cümle geliyor ardından….

Kızım, bizim zamanımızda zengin de aynı hayatı yaşardı fakir de. Zengin parasıyla ezmezdi fakiri, parasını biriktirirdi, yatırım yapardı evet ama gösteriş haline getirmezdi. Yemesi içmesi farklı değildi zengin ile fakirin. Bu adetler sonradan çıktı….”

Kaç yıl geçmiş şu anlatılan zamanın üstünden, 50 yıl belki..

Çok uzak değil…

Biz öyle bir hale geldik ki şimdi;

Biraz siyasi fikrimizin baskınlığından,

İnsanlarla ile hemhâl olmadığımızdan,

İşimize gelen tv-haber kanalları izlediğimizden,

Gerçeklere kulak tıkadığımızdan,

Kendimiz gibi, zenginle oturup, zenginle kalktığımızdan,

Bankalara verdiğimiz otomatik ödeme talimatları ile hangi fatura ne kadar gelmiş bilmediğimizden,

Kredi kartlarından cırt yapıp nereye kaç para harcadığımızı bilmediğimizden,

Böyle gösteriş yapmayım, alan var alamayan var ayıp olur” demeyi çoktan unuttuğumuzdan,

Çocuklara neredeyse tapıp, 1 yaşında orijinal marka ayakkabılar ile onları bu hayata kendimiz hazırladığımızdan,

Çevremizde sadece kendimiz gibi olanları bulundurduğumuzdan,

Ramazan sofralarımızı fakire kapatıp, gösterişe açtığımızdan,

İnstagramda, şaşalı masaların sahibi olanları ve bunu gözümüze sokan görgüsüzleri fenomen yaptığımızdan,

Özentiliğimizden, sahteliğimizden, ne oldum delisi olduğumuzdan,

Şimdi “fakir mi kaldı?” diyenler var içimizde.

*******

Sisler içinde, şatoların pencerelerinden bakanlar;

aç olanları,

yalınayak gezenleri,

fakiriz diyenleri,

masal sahnesi gibi yorumlar elbette.

Neydi: Hikayede gerçeklik payı vardır, masallar uydurmadır…

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Rumeysa Zügül Arşivi