Evcilik
Özlemmmm...
Çocuklar özlem içinde oluyorlar…
İhtiyarlar da… Hem özlem, hem pişmanlık, hem de hasret…
Çocuklar…
Akranları ile beraber olup yorulana kadar oynamayı… Yere serilen bir sofranın etrafına toplanıp ellerini ve ağızlarını batırarak yemek yemeyi… Oyuncaklarını paylaşmayı… Hayallerini oyunlara dökmeyi… Ara sıra birbirlerini kıskanıp kavga etmeyi… Tüm enerjilerini harcayıp, annelerine zahmet vermeden derin uykuya dalmayı…
Modern hayatın getirdiği yeni hayat tarzı ile aileler çekirdekleşti. Bu çekirdek; yeni bir bitkinin oluşumunu sağlayan tohum mu? Yoksa kuruyemişçi tezgâhlarında satılmak için sergilenen eğlencelik mi? Onu bir türlü çözemedim. Zaten ben ya bir şeyleri çözemem ya da hepsini birbirine karıştırırım.
Annesinin ve babasının yoğun iş temposundan dolayı sabah bakıcıya teslim edilen akşam da bakıcıdan teslim alınan minik Ali’nin hayatında üç kişi vardı. Üç yetişkin kişi… Annesi, babası ve bakıcısı…
Bu rutin hayat içinde arkadaş edinemeyen, devamlı evde olduğu için toprağa bile değemeyen Ali; hafta sonu geldiğinde ailesi tarafından davet edilen misafirleri ve onların çocuklarını gördü evde. Misafirlerle birlikte bir evde toplam beş aile oldu. Beş çekirdek aile… Ya da beş tane çocuk…
Yalnızlığa alışan Ali; bir anda dört tane yaşıtı çocukla bir evde olunca ne yapacağını şaşırdı. Bu duruma üzülse mi sevinse mi anlayamadı. Bir yandan iyi görünüyor bir yandan da kötü… İyi; çünkü yalnızlıktan kurtuldu, vakit geçirebileceği, oyun oynayabileceği arkadaşları var. Kötü; çünkü oyuncaklarını paylaşacak, evdeki şekerlerini çikolatalarını bölüşecek, kendine ait odaya onları da alacak bir süreliğine. Bu durum bir yandan hoşuna gidiyor bir yandan da sahip olduklarının paylaşılmasından rahatsız oluyor.
Biraz mutlu olarak, biraz kıskanarak, biraz paylaşarak, biraz da kavga ederek geçen üç saatlik zamandan sonra misafirler müsaade isteyip evlerine dönüyorlar. Ali ise evde tekrar tek başına kalıyor ve yorgunluktan salonun kanepesinde uyuyakalıyor.
Sabah olup uyandığında ise etrafına bir bakıyor Ali; evde ne annesi var, ne babası, ne evcilik oynadığı akranları, ne de onların ebeveynleri… Misafirler evdeyken tüm kıskançlıklarından, tüm kavgalarından pişman olurken; ellerine bakıyor cildi buruşmuş, dişlerinin çoğu dökülmüş, gözleri iyi görmez olmuş, kollarında güç ayaklarında takat kalmamış, saçları dökülmüş kalanları ise ağarmış… Duvardaki takvime baktığında ise yaşı sekseni gösteriyor.
“Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi / Hele bana şöyle geldi bir göz açıp yummuş gibi / İşbu söze Hak tanıktır bu can gövdeye konuktur / Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi” dedi, Yunus Emre.
Dünya hayatı…
“Hayat nasıl da geçiyor, zaman hiç geçmezken” dedi, Üstad Cahit ZARİFOĞLU, Allah rahmet etsin.
Sözün bittiği yerde yaşanmamış hayırlı bir amel ne hisseder. Bir de böyle düşünmek gerekir.
“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış; / Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış…” dedi, Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK, Allah rahmet etsin.
“Çocuk parklarındaki tahterevalliler artık tek kişilik yapılsın” dedi, bizim Ali ve şöyle devam etti: “Çocuklar ne beraber oynamayı biliyor ne de paylaşmayı”.
Kimileri doğum günü partisinde bir yılı daha geride bıraktık diyor. Kimileri de verdiği her nefeste ölüme biraz daha yaklaştık diyor.
“Bu dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir; ama ahiret hayatı, yolunu Allah ve kitabıyla bulanlar için çok daha güzeldir. Öyleyse, aklınızı kullanmaz mısınız?” dedi, Âlemlerin Rabbi; En’am Suresinde.
DÜNYA
Önüme sunulan dünya,
Çok büyük geliyor bana.
Hiç bitmeyecekmiş gibi,
Sonsuz kadar büyük bana.
Anlıyorsun döndüğünde,
Arkanda kalan yılları.
Yüzünü çevirdiğinde,
Görüyorsun son durağı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.