Kerem İşkan

Kerem İşkan

Ecinni at ve koca karı…!

Ecinni at ve koca karı…!

Çok ilgi çekmiş…

 “At çiftliği” anılarımız…

Bu ağır gündemde bir nebze de olsa  yüzünüzü güldürebildiysek ne mutlu bize… Bugün yine o günlerden hafızamızda kalan trajikomik anılardan yazalım istedik…

Çingenelerle “at pazarlığı” anılarımızdan…

***

Önceki yazılarımızda bahsetmiştik, bizi aldatmak için her yolu deniyorlar diye… Kadir adında dünya tatlısı, iyi niyetli uyanık “saflardan” bir ortağım var… Köylü çocuğu olduğu için “alımları” anlar(!) diye ona yaptırıyoruz…

Ama…

***

Her seferinde “kazık” boyumuzu geçiyor… Bizim ortağı “çekirdek” gibi çitleyiveriyorlar Çingeneler… Yine bizden habersiz çok hesaplı(!) diye bir at alır… At çok gösterişli ama şaha kalkmaktan, koşmaya vakit bulamıyor mübarek…

Hayvan huysuz mu, huysuz bir türlü yerinde duramıyor…

Veteriner çağıralım” önerimizi her zamanki içtenliği ile “Ben hallederim masraf olmasın” diye savuşturuyor…

***

Öğleden sonra çiftliğe uğruyorum… Huysuz atın üzerinde “sarıklı” bir medrese talebesi var… At da, talebede koşu parkurunda adeta koşmuyor, güreşiyorlar…

Telaşla içeriye giriyorum… Bizim ortak, sakalı göbeğine kadar uzanmış sarıklı bir hoca efendi(!) ile oturuyor… Hoca keyifli bir şeyler mırıldanıp, arada da ortağa dönüp; “Hallediyoruz inşallah evladım” diyor…

***

Merakla yanlarına ilişiyorum, kaş, göz işareti ile ortağa soruyorum;

Hayırdır, bu kim neyi hallediyorsunuz?”

Eliyle “sus” işareti yapıyor ortak kulağıma fısıldar gibi konuşuyor;

“Çok derin bir hoca, uygun bir rakama anlaştık, ata cin musallat olmuş, iki saattir uğraşıyor, üç tanesi daha şimdiden yaktı… Bak at nasıl sakinleşti…”

***

Ata bakıyoruz, üzerindeki hocanın talebesinin de, atında mecali kalmamış, hayvanın yorgunluktan suyu çıkmış adeta… Yorgunluk “sakinliği” içinde olduğunu çocuk baksa anlar…

İşlem bitiyor, hocanın cebine “hediye” yüklüce sıkıştırılıyor…

At “tavlaya” çekilirken, Hoca Efendi de büyük bir izzetle uğurlanıyor…

***

Atların otlaması için salındığı çayırlık alana geçiyoruz… Atımız sakinleşmiş hem otluyor, hem de bize doğru tuhaf tuhaf ilerliyor…

Sessizce seyrediyoruz… Neredeyse hayvan tepemize çıkacak kadar yaklaşıyor, daha sonra burnu bizim kolumuza değince sıçrayıp şaha kalkıyor…

Tesadüf ortağın, köyden akrabası yaşlıca bir hacı teyze var yanımızda;

“Oğlum bu at cinli, minli değil, bildiğin kör… Bana biraz cam ve kum getirin” diyor… Şaşkınlıktan dona kalıyoruz…

Çingeneler “kör atı” bizim ortağa hamut geçirir gibi yine satmışlar…

***

Küçük bir cam parçasını dibeğe koyarak iyice dövüyor, birazcık kumla karıştırıp atın gözlerine kuvvetlice üflüyor

Gözlerine perde inen atın, üflenen toz ile birlikte, perdelerinin yırtıldığına ve görmeye başladığına ertesi gün hayretle şahit oluyoruz…

At “cinli” değil göremediği için, Gonya şivesiyle; ecinni yani öfkeliymiş orada anlıyoruz…

Bir tarafta “cin yakan” hoca efendi, diğer tarafta atadan gördüğü ile amel edip, aklen problem çözen “koca karı”…

***

Birden, sahihliği hala tartışılan o Hadis-i Şerif aklıma geliyor;

“Ahir zamanda, koca karı imanına sığının, koca karı gibi itikat edin.” (Nesai,Deylemi)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem İşkan Arşivi