Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Bir bayrak rüzgâr bekliyor

Bir bayrak rüzgâr bekliyor

Türk tarihini; kahramanları,  yanılgıları, eksiklikleri, güzellikleriyle bir bütün olarak kabul edenlerdenim. Göktürkleri de severim, Osmanlıyı da, Cumhuriyeti de...

Bugün tarihimizin şanlı zaferlerinden, topraklarımızın düşman işgalinden kurtulduğu, millî bayramlarımızdan birini kutluyoruz. 30 Ağustos Zafer Bayramı.

Ünlü tarihçilerimizden İlber Ortaylı’nın konuyla ilgili bazı tespitlerini, sizlere sunmak istiyorum.

Son yıllarda yakın Türk tarihi üzerinde, ‘sözde’ tabu düşünce ve yorumları yıkmak havası estiğinden bahseden Ortaylı; “30 Ağustos’u kaldıralım’ diyen bir kafadan da söz ediyor. Görüşlerinden bazıları şöyle:

“30 Ağustos’ bir zaferdir. Çok ülkede böylesi yoktur; böylesine sahip olanlar da bunu kutlar. “Fransa, Rusya gibi ülkelerin zafer günleri olduğunu ve kutladığını ifade eden” seçkin tarihçimizin, 30 Ağustos hakkındaki bazı tespitleri şöyle:

“30 Ağustos zaferiyle işgal altındaki Türkiye’nin, yani Anadolu ve Trakya’nın siyasi coğrafyası değişti. Ordular tutabildiklerini tuttular, Türkler de ilerledi. Tam donatılmış bir Yunan ordusu Selanik ve civarında saldırı için değil, ama Batı Trakya’yı elde tutmak için hazır bekliyordu, İstiklal Savaşı kumandanları Fevzi ve Kâzım Karabekir Paşa’lar fevkalade temkinliydiler. Onlara göre çok daha atılımcı olan Gazi Mustafa Kemal Paşa dahi bu sınırlara ulaştıktan sonra temkinli olmak zorundaydı.

Büyük Taarruz öncesinde uzun bir hazırlık devresi vardı. Ankara Hükûmeti büyük bir sabır ve sert kanunlarla savunma tedbirleri aldı ve yeni bütçe uyguladı. Şurası açıktır ki milletin morali düzelmişti.(…)

Piyade tüfeği miktarındaki ufak bir fazlalığın dışında silah, hatta asker sayısı bakımından dahi Yunan ordusuna göre üstünlük yoktu ve tek üstünlük yine süvari kuvvetleriydi.

Savaş günü, Ankara’daki diplomatik çevrelerden ve gazetecilerden gizlendi. Başkumandan gizlice Akşehir’e intikal etti ve o akşam sözde bir çay ziyafeti düzenlenmişti.(…)”

“1526’nın 29 Ağustos’undaki Mohaç zaferi Avrupa tarihinin değiştiği bir olay, Türklerin imparatorluğunun zirve noktası olarak kabul edilebilir. Hemen hemen 400 yıl sonra, 30 Ağustos 1922’deki Dumlupınar Başkumandanlık Meydan Muharebesi’nde kazanılan zaferse, Türklerin Küçük Asya’daki anavatanlarını savunmalarının zaferidir ve beklenilen zaferdir. En başta Başkomutanımız ve subaylarımız bunu bekliyordu.(…) Hatta şunu da ifade edebiliriz; 26 Ağustos 1071 Türklerin Anadolu’ya giriş tarihidir; 26 Ağustos 1922 ise Anadolu’dan asla çıkmayacağımızın belgesidir.”

 “Deha ancak çevresiyle parlar. Büyük adamların ideali kitlenin itaati ve tasvibiyle gerçekleşebilir. Gazi Mustafa Kemal Paşa geniş kitleyi kazanabilmişti.”

“…Büyük Taarruz, gerçekten iyi hazırlanmış, planlanmış bir muharebedir. Karşıdaki ordunun neler yapacağı tahmin edildiğinden bir kurmaylar muharebesi olduğu söylenebilir. O planı yapanların içinde sadece bir kumandan, bir görüş yoktur, bir sürü görüş vardır. Onların muhassalası söz konusudur. O büyük muhassalayı yapan adam ise o büyük Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır(…) Başkomutan tecrübeli ve tecrübenin yanında hakikaten keskin ve atılgan zekâlı bir kumandandı ve bu stratejisi zaferi getirmişti.”

 “1922 yılının 30 Ağustos’u Başkumandan Muharebesinin kazanıldığı, Yunan ordularının askerî ve stratejik anlamda dağınık olarak ricata başladığı gündür. 1922 Ağustos’unda Anadolu’daki ordularının yenilgisi ve Başkomutan Trikopis’in tesliminden sonra, birliklerin ricatı bir kaos ve yangın yarattı.

“Hiç şüphesiz ki 30 Ağustos zaferiyle Türkiye, Ağustos 1071’de adım attığı vatanı tekrar korumuş ve işgali sona erdirmiştir.”(İlber Ortaylı, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Kronik Kitap, İstanbul 2018, sf. 220-237)

Şimdi bir başka pencereden, zaviyeden bakalım.

Türk Edebiyatının önemli yazarlarından, Halide Edip Adıvar anlatıyor. Savaş ortamı, izleri ve sonuçları kadınlar için ayrı bir facia, yıkımdır:

Duatepe’nin eteklerinde, Çekirdeksiz köyündedir. İhtiyar bir kadınla karşılaşır.

“Sıska kollarını boynuma sardı, ihtiyar başı omuzumda, bir çocuk gibi hıçkırmaya başladı:

-Bizim başımıza neler geldi; Yunanlılar her şeyimizi aldı götürdü. Ne ot, ne ocak, ne bucak var. Bak bebelerime yerlerde sürünüyor. Bak damlarıma, yepyeni damlar hepsi çöktü. Bak bu leşlere, bunlar bizim davarımız, malımız, hepsini aldı götürdü, kalanını süngüledi. Yiyecek, giyecek bir şey yok.

-Zarar yok nine, yine hep olur, demek istedim.

Birdenbire bunları unutmuş gibi gözlerimin içine baktı. Sonra bütün bunlardan daha korkunç bir şey hatırladı.(…)

-Ev sahibimi götürdüler, yaktılar diyorlar. Yakmışlar, doğru mu?

Şimdi haykıra haykıra ağlıyordu.

-Yok nine, hiç insan yanar mı? O yine gelir!

-Küllerini kemiklerini şurada görmüşler; dün akşamdan beri bağırıyor, yanıyoruz; yakmışlar, neler yapmışlar!

Omzunu okşadım, yatıştırmaya ve bu korkunç acıyı duymasın diye bunun doğru olmadığını anlatmaya çalıştım.” (Halide Edip Adıvar, Dağa Çıkan Kurt, Remzi Kitabevi, İstanbul 1987, sf. 64-65)

Bir başka sahne şöyledir. Dumlupınar karargâhının karşısında iki subay arkadaşla yürümektedir. Karargâhın sağ tarafında, çok uzun bir süngüyü taşıyan dev gibi bir Türk eri, nöbet beklemektedir.

“Önümüzde, fenerleri dizilmiş çadırlı ordugâhın arasında, hâki gölgeler gelip geçiyor ve arkamızdan, alçak ve kımıldayan toprak yığınları gibi, durmadan esir kafileleri akıp gidiyordu.

Köyde köpekler havlıyor, tiz kadın sesleri haykırıyor:

-Buraya gel Fadime!

-Anşe bah, bah şu sırttan gidiyorlar!

Karanlık konuşuyor gibi, sağımdaki arkadaş kendi kendine tekrar etti:

-Vurma Fatma, vurma Fatma!

Sonra bana dedi ki:

-Dün akşam buraya dağdan inen iki Yunanlıyı Dumlupınar kadınları parçaladılar. Kadınlar tanıyorlarmış… Bir tanesi ölürken hep haykırıyordu: ‘Vurma Fatma, vurma Fatma!’

Dumlupınar karargâhının üstüne perde indi.”

Halide Edip sonra,  Fadimelere, Ayşelere seslenir:

“Yeter Fadime, git yat, bunları unut, bu savaşı sen yaptın, Yunan’ı sen yendin, zalimlere sen vurdun Fadime! Nasırlı ellerinle, patlak tabanlarınla, hasretten lime lime olmuş zavallı kalbinle oynayanlar cezalarını buldular. Senin güçlü omuzların bu mutlu savaşın yükünü taşıdı; senin küçük ellerin kurtuluş ordusunu doyurdu; kurtarıcıları emziren mutlu göğsünden sevgililerini kopardın, ateşe attın; kurtuluş günü senindir Fadime! Kurtardığın topraklar üstüne gururla bas ve hür dolaş, sevgili Fadime! Hep senin yurdun, senin namusun, senin kurtuluşun ve senin istiklalin için kanlar aktı; şehitler, seni, hür ve mesut görmek hayaliyle gözlerini kapadılar ve ancak senin namusun, saadetin ve istiklalinin bayrağını görenler, memleketlerine sahip, zalimlere karşı kılıçları keskindir.” (Dağa Çıkan Kurt, sf. 93-94)

Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, tüm şehitler ve (isimsiz) kahramanlarımızı saygıyla anıyor, Allah’tan rahmet diliyorum.

 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi