Bir başka dağ hikâyesi
“Dağlar seni delik delik delerim, delerim
Kalbur alır toprağını elerim aman aman(…)
Dağlar senin ne karanlık ardın var, ardın var
Lale sümbül boynun eğmiş derdin var aman aman
Derdin var aman aman, dumanlı dağlar…
El alemin vatanı var yurdu var yurdu var, yurdu var
Benim yurtsuz kalışıma nedeyim aman aman
Nedeyim aman aman, dumanlı dağlar” (Türkülerimizden)
Eşya, varlık, tabiat okumaları; söz gelişi dağlar her insanda değişik duygular, heyecanlar uyandırır.
Yazarların, sanatçıların bakışı, yaklaşımı da çeşitlidir.
Ünlü yazarlardan Herman Hesse(1877-1962); insanın türlü emelleri, ihtiyaçları, eğilimi ve elbette izlediği yollar bağlamında; bize, 1915’de yazdığı, ilginç bir dağ hikâyesi sunar.
“Faldum” isimli çok yönlü ve zengin hikâyesinin konusu özetle şöyle:
Faldum kentinin pazarına, bir gün esrarengiz, sıra dışı bir yabancı çıka gelir. Misafirin en önemli özelliği, dilekleri gerçekleştirmesidir.
Kent halkı, “bir dizi sosisten; oğlanların kurabiyeler, oklar yaylar, çuval dolusu fındık fıstık, siyah bir at, karnı acıkan bir çocuğun şapka dolusu erik; kızların kurdeleler, eldivenler, güneş şemsiyeleri v.s” istemesine kadar garip, akıl almaz, anlamlı, göreceli nice dilekte bulunur.
Saatler geçip, yabancının tılsımlı gücü keşfedilince hayaller büyür; tutkular bir bir göz önüne serilip, ortaya dökülür. Dört katlı ev, kayıp yeğen, felçlilerin körlerin iyileşmesine, hastaların devasına, zenginlik zincirlerine dek dilekler katlanır.
Yalnız, gencin birinin, fevkalâde bir muradı bulunur; “Bu dünyada geçici olmayanı görüp dinlemeyi arzuluyorum. Onun için bir dağ olmayı isterim. Faldum denli büyük olsun. Öyle yüksek olsun ki, tepesi bulutların üstünde olsun” (Herman Hesse, Masallar, Çev: İris Kantemir, Can Yayınları, İstanbul 2021, sf. 132-136)
Gayesi yerine gelir. Lakin “her şey yiter, yeni olan da zamanla eskir(…) genç olanlar yaşlanır, yaşlılar da ölür.”
“Değişmeyen ve yaşlanmayan tek şey dağdı. Tepesindeki karlar bulutlara karıştığında gülümser, insan olmadığı ve insanlar gibi zaman hesaplarına girmek zorunda kalmadığı için mutlu olurdu. Kentin üzerinde yüksekte kayaları ışıldar, dev gibi gölgesi günün saatlerine göre çevreye düşer, derelerinin ve ırmakların suyu mevsimlerin gelişini önceden haber verircesine azalır ya da çoğalırdı. Dağ her şeyin koruyucusu ve babası olmuştu.(…) Dağ vatan demekti. Faldum demekti” (sf.138-139)
“…yüzyıllar, mevsimler ve yıllar saatler gibi akıp gidiyordu.”
“Dağı için için bir dert kemirmeye başlamıştı.(…) yaşlanmıştı. (…) Güneşler ve yıldızlar onun için önemini yitirmişti. Önemli olan kendisi ve içindeki değişiklikti: kayaların ve mağaralarının derinliklerinde yabancı bir elin onu nasıl kemirdiğini, çok eski taşlarının nasıl ufalandığını, yamaçlarının aşındığını duyumsuyordu(…)
“Dağ giderek içine çekildi. Güneşe ve yıldızlara eş değildi artık. Rüzgâra, kara, suya ve hıza eşti. Sonsuza dek kalıcı gibi görünen oysa giderek yıpranan ve sonunda yiten şeylerdi onunla eş olanlar.”
“Yaşlılığında insanları da daha bir düşünür olmuştu. Kendini terk edilmiş duyumsuyor, geçmişi arıyordu. Kent yoktu artık. Âşıklar Vadisi’ndeki ezgiler susmuş, tepelerindeki kulübeler yitmişti. Her şey ıssızlaşmış, kurumuş, havada bir gölge gibi asılı kalmıştı”(sf. 140-141)
“Yaşlı dağ artık anılarına gömülmüştü. (…) Çökmüş ve çıplak taşlarla çevrili dağ can çekişirken tümüyle anılarına sığındı. Bir zamanlar yaşam nasıldı? (…) Çok uzaklarda kalan bir dostluğu ya da sevgisi olmamış mıydı? Şimdi yalnız kalan o yüce varlık, bir zamanlar herkes gibi biri değil miydi? İlk çağlarında onun da, ona ninniler söyleyen bir annesi yok muydu?
“Öyle çok düşkündü ki, gözleri olan o mavi göller bulanıklaşmaya ve ışıltılarını yitirmeye başladı. Giderek bataklığa dönüştüler. Çimenlerin ve çiçeklerin üzerini yukarıdan yuvarlanan taşlar örttüler.”
Sonra beklenmedik bir hadise oldu. Tanıdığı o sırlı insan yine gözüktü ve “Bir dilekte bulunmak istemez misin?” diye sordu.
“O da bir dilekte bulundu. Sessiz bir dilekte. Ve dileğini söylerken bu denli uzak ve yitik anıları düşünmenin verdiği hüzünden kurtuldu ve ona acı veren her şey yuvarlanıp yitti. Dağ çöktü, altındaki toprağa karıştı ve bir zamanlar Faldum’un bulunduğu yeri üzerinden dönüşümlü olarak güneşin ve yıldızların geçtiği coşkulu, sonsuz bir deniz örttü.”(sf. 141-142)
Hedefler, fanilik; dağların, deniz ve nehirlerin, sonsuzluğun çağrısı.
Dağlar sadece dağ değildi, eşyanın ardında bir hakikat, aşk vardı.
Dinleyicisine çok şey söyleyen bir öykü ya da (yazarının tanımıyla) masal bu…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.