Bayramlar...
Haftada bir yazıyorum...
Cuma günleri...
Öyle olunca bayram yazısı biraz erken olacak...
Üç gün sonra bayram...
Pazartesi arefe, Salı bayram...
“Bayram” deyince, yine çocukluğumuza gideceğim...
Çocukluğumuzda kalan o mutlu anlara dair sonsuz heyecanlarımızın tavan yaptığı günler geliyor aklıma...
Tekrar yaşanması mümkün olmayan hatıralar, yaşanmışlıklar, güzel fotoğraflar...
Belki biz yetişkinler için olmasa da, çocuklar için bayramların tadı bambaşka...
Ancak, bayramlar ülkemizde farklı algılanmaya başladı ne yazık ki...
En üzüntü vericisi de bazıları için “tatil ve deniz” anlamına geliyor...
Acı olsa da gerçek bu...
Bazıları için de sevenlerine, sılasına, toprağına kavuşma anlamına geliyor...
Özellikle İstanbul'dan Anadolu'ya bir akın başlıyor ki, duygu seli adeta...
Bu arada da yollarda dikkat etmeli insanlar...
Bayramı tatsız ve acı dolu yarınlara, dahası bir ömür boyu unutamayacağımız acılara teslim etmeyelim...
Televizonlardan “bayram'ın acı blançosu şu kadar” haberleri dinlemeyelim, okumayalım...
Bu yazdıklarımı felaket tellallığı sanmayın...
Sadece iyiniyetli bir uyarı...
Bayram gidişlerinde ve dönüşlerinde trafik canavarını sevindirmeyelim...
xxx
Evet...
Bizler çocukluğumuzun tadını bulamasak da örf, adet, gelenek ve göreneklerimizin ölçüsünde bu bayramları yaşamak yine de çok önemli...
Hala hayattayken sevdiklerimizle bir arada olmak yıllar sonra buruk anılar olarak yad edeceğimiz günler olacak unutmayalım...
Çünkü, zaman hızla akıyor...
Kıymetini bilmeliyiz...
Günümüzde bayramların, değil komşuların akrabaların bile birbirlerinin yüzünü unuttuğu bir koşuşturma çarkı içinde, soluklanmak için manevi duygulardan çok tatil anlamı içeriyor oluşu çok üzücü gerçekten...
Yorgun bedenler için bir fırsat resmi tatiller ve en başta da bayramlar artık...
Yukarıda da belirttiğim gibi, bir çoğumuz için, bayramlar; dört gözle çekilen tatil günleri oldu ne yazık ki…
Oysa eskiden, o bayramlar; ne güzel günlerdi değil mi?
Aile olanlar bilir...
Hele de bizim gibi kalabalık bir sülale olanlar daha iyi bilir...
Dedeler, neneler, analar, babalar, amcalar, dayılar, teyzeler halalar, çocuklarla dolu evlerde kocaman kalabalıkların kavuştuğu, hasret giderdiği, sofralarda ailecek birlik ve beraberlik içinde yemekler yenildiği, mütevazı fakat neşeli hayatların yaşandığı günlerdi, bayramlar…
Hele de dedemin evinde...
Bayram sabahları bir sofra değil, abartmıyorum 4-5 sofra konurdu...
Bayram süresince sokak kapısı gecenin ilerleyen saatine kadar kapatılmazdı...
Dedemin kapısı herkese açıktı...
Şükürler olsun ki, bizler bunları gördük...
Çocukken mi güzeldi yoksa bayramlar?
Bayramlar mı değişti yoksa biz mi büyüdük?
Bu klasik cümleler, ne yazık ki gerçeğe dönüşüyor...
Bizler büyüdük ve çok gerilerde kaldı o tatlı hatıralar...
Bayram daha bir hafta önce başlardı çoğu evlerde, şimdi bizler için o çok uzakta kalan yıllarda...
Nenelerimiz, annelerimiz, halalarımız, yengelerimiz dedemin evinde toplanır bayram yemeklerini, tatlılarını hazırlarlardı...
Bayram alışverişlerini çok hatırlamam, ama babamın bize getirdiği kıyafetler ve iskarpinlerle kucak kucağa yattığımızı bilirim...
Mahallede bayram sabahları da farklı ve güzel olurdu...
Önce bayram namazına gidilir, çıkışta ise Sütçü sokağında eş dost, konu komşu, evde de kalabalık ailemizle büyük bir mutlulukla bayramlaşırdık...
Evde bir abi ya da kardeş var ise şekeri ben tutucam sen tutacan kavgası olurdu...
Sonra mezarlıklar...
Biz kalabalık bir sülale olduğumuz için önce Sedirler'deki Aliyenler, Kağnıcılar ve Yediler sonrasında ise Üçler ve Musalla mezarlıklarındaki eş, dost, akrabalar ziyaret edilir, fatihalar okunurdu...
Güzel adetlerdi vesselam...
Ne yazık ki, şimdi yok...
“Apartman” denilen asri cezaevlerinde aynı kattaki komşular birbirlerini tanımıyor...
Bırakın gelip gitmeyi, neredeyse selamlaşmıyorlar bile...
Acayip bir duruma geldik...
Çocukluğumuzla başladık, çocukluğumuzla bitirelim...
Çocukluğumuzda evin büyüklerinin ellerini öperek amansız bir bayram harçlığı kapma mücadelesi verirdik...
Kim daha çok para biriktirdi diye yarışa girerdik üstelik...
Maytap, mantar ve torpiller alırdık büyüklerimizden fırça yiyeceğimizi bile bile.
Bir de isminin anlamını hala anlamadığım “fırınyandı” oyunu bizim sütçü sokağının en büyük eğlencesiydi…
Bayram da olsa, seyran da olsa “fırınyandı oyunu”ndan vazgeçmezdik...
Kim ne derse desin bayramlar aynı bayramlar, değişen bizleriz...
Keşke bayramları çocuklar gibi anlayabilsek, yaşayabilsek...
Sanki bir şeyler eksik değil mi?
Belki de biz bayramları çocukluğumuza sakladık, orada bıraktık...
Kimbilir...
Daha fazla lafı uzatmadan, Ramazan bayramınızı şimdiden yürekten kutluyorum.