Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

Aşk’ta marka isim Hazreti Mevlâna

Aşk’ta marka isim Hazreti Mevlâna

Sevginin aşkın hâli, kişiyi mâneviyatta imrenilir vaziyete taşır. Hz. Mevlânâ âşıktı hatta; ‘o aşkta marka isimdi’, aşkın konuşur ve aşkla konuşurdu. Aşkı hakikiyi ancak Mevlâna hazretleri ile anlayabiliriz. Mevlânâ’ya aşkı sorduklarında; ‘Ben olda bil’ diyor. Aşk, kavuşma arzusuyla sürekli yanmaktır. Hz. Mevlâna ile Şemsi Tebrîzî arasında, aşk boyutunda bir muhabbet akışı vardı. Şems, onu aşk okulunda eğitti, aşkı hakikiyi tattırdı ve bu tatdan ‘Divânı Kebir’ çıktı. Mevlâna hazretleri ‘Mesnevi’yi daha sonra yazmıştır.

Büyük aşk üstâdı, beşeri sevgilerinin geçici olduğunu, bu sebeple bâkî olacak sevgiye vurgu yaparak, meşhur eseri mesnevisinde câriye-padişah kıssasını anlatır. Bu bağlamda şu beyitler mânidardır; ‘Fânîye olan aşk ebedî değildir. Zira insan bu düzenin hükmüne (ebedîliğe) müsâit değildir. Her an gönle feyizler veren (goncadan daha tâze olan) gözün, rûhun safâsı olan ilâhî aşkı bakîdir. Dâima diri ve bakî olana âşık ol. Sırrını o nûra kavuştur. O’nun aşkını iste. Zira bütün peygamberler, veliler bu aşkı, iksirin ta kendisi bildiler. Bu aşka bende kabiliyet yok, deme. Kerem sâhibinin ihsan etmediği bir nesne yoktur.’ (a.g.e, C. I, s. 10/214, 226-30)

Ancak bâzı istisnâi durumlarda beşer sevgisi, insanı aşkı bâkîye götürebilir. Bir önceki yazımızda bahsettiğimiz üzere, Leylâ’nın sevgisinden saf, fedâkar, vefâlı ve samimi bir sadâkatle yola çıkan Mecnun, neticede Mevla’nın sevgisine ulaştı. Tabi her sevgide bu temizlik ve duruluk bulunmaz. Genelde beşeri sevgiler, merkez itibârıyla madde merkezli olduğundan, kişiyi dünyâya meylettirir. Bu ise, insanı dünya tutkunu edebilir. Aslında dünya sevgisi, sevgiden çok hırstır. Böylesi insanlar, sevginin üst boyutu aşka kanat açamazlar yâni sevginin mânâ boyutundan nasiplenemezler. Varlığın özüne sevdâlanan âşıklar, dünyâda dahi coşkun bir heyecanla hayatlarını devam ettirirler. Onlara göre sevinç de üzüntü de birdir, zenginlik de yoksulluk birdir. Karşılaştıkları sıkıntılar, onları hayâta küstürmez, insanlardan yediği darbeler onlara kin güttürmez. Hakikate âşık olanlar, dünyâda hep mutlu ve huzurludurlar. Ahrette ise onlara zâten bedbahtlık yoktur. Ne mutlu aşkı hakikiye ulaşıp, aşkı yürekten yaşayanlara!

Mevlânâ hazretlerinin bütün eserleri aşka dâirdir. Dünyâda bir imtihan hâlinde olan insanın başına gelen her iş, onun için görünmez-görünen perdelerin açılmasını sağlar. Dünyâdaki her tutku, sâhip olunan her şey, kişinin hakiki anlamda Hakk’ı bulması için bir perdedir. Hakk’ı ve hakikati bulmada en önemli perde yâni engel, nefs engelidir. Bu perdelerin kalkması ancak ciddi ve ihlaslı bir kullukla mümkündür. Bunu temin kişiyi, mürşidi kâmil, zikir, fikir ile Hak kapısına vardırır. Hz. Mevlânâ mümini samimi bir kul yapmada, hakiki anlamda Hak sevgisine ulaşmada, hep ‘aşk’dan bahseder.

Şurası bir gerçek ki, tanımadan bir şey sevilmez. Sevgi, ‘bilmek’tir denir. Bu doğrudur. Sevgisiz bir şey yapılmaz. Ancak sevgiyle yapılan işlerden başarılı sonuçlar ortaya konur. Bilhassa kuru kuruya değil, tutkuyla icra edilenlerden, ne muhteşem neticeler çıkar! Mevlânâ hz. ‘Fîhî Mâ Fîh’ isimli eserinde; ‘Sevgi acıları tatlandırır. Sevgi bakırı altın yapar. Bulanık sular onunla berraklaşır, bütün dertler onunla şifâya kavuşur. Sevgi ölüleri diriltir, sultanları kul eder. Sevgi bilmektir, ama tam bilmektir. Eksik bilmek nasıl doğursun aşkı?… Çünkü eksik bilgi şimşeği, güneş sanır. Şimşek ki, vefâsızdır, hemencecik söner gider. Sevgi ise bir güneştir. Bâkî olan aydınlıkla aydınlanmaktır.’ Der. Kimi seçkin insanlar; ‘Bana Seni gerek Sen’i diyerek’ gayret ve hedeflerini basitçe ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla, ‘kişi neyi severse odur.’ Bu söz bizi, ‘kişi sevdiğiyle berâberdir’ hadisine çıkartır.

Aşk eri Mevlâna hazretleri kâinattaki mevcutların, canlı-cansız hepsinde aşk tecellileri olduğunu vurgular; ‘…Göklerin dönüşünü aşktan bil. Aşksız cihânın gönlü donar kalırdı. O olmasaydı, cansız bir şey nasıl bir bitkide mahvolur; bitkiler de nasıl olur da, canlılar için fedâ olurlardı?’ (a.g.e, C. V, s. 156/3862-64) Mevlâna hazretleri baktığı ve gördüğü her şeyde aşk tecellilerini müşâhade eder. Her düşüncenin, her inanışın, her bakışın, her var oluşun Âlemlerin Rabb’ine olan aşktan olduğunu beyitlerinde devamlı anlatır âdeta her kapıyı Hakk’a çıkarır. Aslında dînin temelinin, aşk ve sevgi olduğunu ifâde eder. ‘Ten kazancı için bir sanat öğrendin. Din sanatı için de gayret gerek. Dünyâda servet kazandın. Ya bu fânî âlemi terk edince ne yapacaksın? Âhireti kazanmak için de bir sanat öğren ki, ihsan ve mağfiret elde edesin…’ Buyurur. (a.g.e, C. II, s. 94/2618-27)

Mevlânâ hazretlerinin gönül ikliminden en kâmil bir şekilde faydalanmak temennisiyle, efendim sevgi-muabbet ve aşkla kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi