Anadolu İrfanı
“Yedisinde ne ise yetmişinde de o olur!”
“Huylu huyundan vazgeçmez!”
Aslında bu ve benzeri atasözlerimizin & deyimlerimizin bizi gerçekten nokta atışı anlattığı aşikar.
“Biz” derken Türkiye’yi veya Türkleri değil. Aksine hepsini içine alan Orta Asya’daki dedelerimizi kastediyorum. Hani “göçebe” hayatı yaşayan, yazın ve kışın büyük yürüyüşler sonrasında obalar için daha uygun yerlere göç eden dedelerimizi.
O zamandan kalma karakteristik özelliklerimizin birçoğunu halen en derinlerimizde hissediyoruz. Belki çok aşikarane meydanda değil bu özelliklerimiz, ancak biraz böyle üflesek üzerindeki tozlara, küllere o cevherin, o korun çıkacağı da aşikar.
Benim o karakteristik özellikler bakımından en çok sevdiğim ise muzipliğimiz, hazırcevaplılığımız ve ani gelişen olaylara karşı verdiğimiz anlık tepki. Yani reaksiyoner yapımız.
Emin olun bu başka hiçbir memlekette yok.
Bütün dünya sanki Almanların ürettiği robotlar gibi.
Sabah bir saate kuruyorsun, çalışıyor. Mola vakitlerini değerlendiriyor. Akşama kadar direksiyon başında, ekran başında, toplantı masası başında, mutfak başında artık her nerede çalışıyorsa ona göre omuz, el, diz, ayak çürütüyor. Akabinde akşam tıpış tıpış evine gidiyor. Günlük rutinlerini tamamlayıp birkaç sayfa kitap karıştırıyor. Canı sıkılınca biraz da video, dizi, film izledi mi, tamamdır. Gün onun için çok çok verimli geçmiş oluyor.
Bizde ise olaylar her ne kadar bu şekilde gerçekleşsin diye çokça uğraşılsa da aslımızı asla kaybetmiyoruz. Ve bu rutini bozabilmek, kırabilmek için ve “Sıkı can iyidir!” ironisinin gereği bulunduğu ortamı şenlendirmeye gayret ediyoruz.
Bakın yurtdışında yaşayan yurttaşlarımıza, dört gözle bekliyorlar Türkiye’ye gelmeyi.
Neden?
Çünkü aslına rücu ediyor aslında, buradaki o ortamı, reaksiyoner yapıyı çokça özlüyor.
Bu yıl bu karakteristik özelliklerimizi yansıtan ve basına yansıyan en hoş olaylardan birisi de yine, yeniden Adana’da yaşandı.
Sıcaklardan iyice bunalan Adana halkı, güneşe ateş etmekten vazgeçti. Bunun artık kendilerinin kaderi olduğunu kabullendi. Ve bu sıcaklara çözüm üretmeye çalışmaya başladı.
Bu noktada da klimanın mucidi Courrier için lokma döktü, yürüyüş yaptı.
İlk gördüğümde şaşırdım, “hadi canım” dedim. İyi manada tabi.
Sonra düşündüm, bu millet Çakır öldüğü zaman gıyabi cenaze namazını kılan bir millet. Çakır’ı öldürenleri linç etmeye kalkan bir millet.
Garipsemedim ondan.
Konuyla ilgili değil ama, yine geçen bir yerde okumuştum, Mustafa Akhad Çağrı filmini çekerken Hz. Hamza’nın şehadeti sahnesindeler. Ve Hz. Hamza’ya mızrağı atacak oyuncuyu seçemiyorlar. Kimse atmak istemiyor. Ve en sonunda rolu oynayan o meşhur artist de aslında artist değil. Kendisine haber edilmeden o filmin sahnesinde oynamış bir kişi.
Hasılı, “Anadolu İrfanı” diyoruz ya hani. O işte aslında bizim genlerimizden kaynaklanıyor. Ve bizimle irtibatta olan herkese bir şekilde bulaşıyor. “İsin yanında duran is, misin yanında duran mis kokar!” atasözü gereği.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.